28 May 2008
26 May 2008
Devamlı Oruç
Ashabın büyüklerinden Amr ibni As radıyallahu anh'ın oğlu Abdullah radıyallahu anh, muttaki ve âlim bir kişiydi, Resulûllah aleyhisselâmın vahiy katipliğini yapar, duyduğu hadisleri de yazardı. Kendisini çok fazla bir şekilde de ibadete vermiş; her gününü oruçlu, her gecesini de ibadetle geçirmeyi âdet edinmişti. Bir gün babası Amr ibni As radıyallahu anh, onlara gelince, oğlunun ailesine:
25 May 2008
Fakirin Kefareti
Orucun Fazileti
5/25/2008
Dini Hikayeler, Hadis-i Şerifler, Hikmet ve Faziletler, İslam Alimleri, Oruç, Peygamberler
Yorum Yok
Borçlunun Namazı
Borçluya Kolaylık
24 May 2008
23 May 2008
Zekatını Vermeyenlerle Harp
Zekat Vermemenin Cezası
Ebû Hüreyre radıyallahü anh, Peygamber aleyhisselâmın zekâtını vermeyenler hakkında şöyle buyurduğunu anlatıyor:
Kim Allah kendisine mal vermiş de zekâtını vermemişse, zekâtı verilmemiş olan o malı, kıyamet gününde, iki gözü üzerinde iki siyah nokta bulunan korkunç ve zehirli erkek bir yılan suretine konulur ve bu korkunç yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynuna sarılır. Sonra, ağzı ile sahibinin çenelerini iki tarafından yakalar Ve:
Kim Allah kendisine mal vermiş de zekâtını vermemişse, zekâtı verilmemiş olan o malı, kıyamet gününde, iki gözü üzerinde iki siyah nokta bulunan korkunç ve zehirli erkek bir yılan suretine konulur ve bu korkunç yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynuna sarılır. Sonra, ağzı ile sahibinin çenelerini iki tarafından yakalar Ve:
Cehennemde Kadınlar
Kadınlara Nasihat
Câbir radıyallahu anh'ten şöyle anlatılır:
Peygamber aleyhisselâm ile Bayram namazında bulundum da, ezan ve kamet okunmadan, hutbeden önce namaza başladı. Sonra Bilâl radıyallahu anh'e dayanarak hutbe okumak için kalktı. Ve takvayı emrederek Allah'a taat ve ibadete teşvik etti ve insanlara vaz-u nasihatte bulunduktan sonra, Mescidin gerisinde bulunan kadınlara geldi ve onlara da vaz-u nasihat ederek:
Peygamber aleyhisselâm ile Bayram namazında bulundum da, ezan ve kamet okunmadan, hutbeden önce namaza başladı. Sonra Bilâl radıyallahu anh'e dayanarak hutbe okumak için kalktı. Ve takvayı emrederek Allah'a taat ve ibadete teşvik etti ve insanlara vaz-u nasihatte bulunduktan sonra, Mescidin gerisinde bulunan kadınlara geldi ve onlara da vaz-u nasihat ederek:
Duaların Kabul Zamanı
Ebû Hüreyre radıyaîlahü anh'den anlatılır:
Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır:
«Güneşin doğduğu günlerin en hayırlısı Cuma günüdür. Çünkü Adem aleyhisselâm o günde yaratıldı, o günde Cennete konuldu, o günde Cennetten yer yüzüne indirildi. O günde bir saat vardır ki; Allah'tan bir şey isteyerek, kıldığı namazı o saate isabet ettiren her müslim kuluna Allah istediğini verir.»
Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuşlardır:
«Güneşin doğduğu günlerin en hayırlısı Cuma günüdür. Çünkü Adem aleyhisselâm o günde yaratıldı, o günde Cennete konuldu, o günde Cennetten yer yüzüne indirildi. O günde bir saat vardır ki; Allah'tan bir şey isteyerek, kıldığı namazı o saate isabet ettiren her müslim kuluna Allah istediğini verir.»
21 May 2008
Beş Vakit Namazın Kılınışı
RESİMLERLE NAMAZIN KILINIŞI Örnek olarak sabah namazının iki rek'at farzının kılınışı resimlerle anlatılmış, erkek ve kadınların farklı hareketleri belirtilmiştir. İki rek'atli bir namazdaki hareketler ile diğer namazlardaki hareketler arasında fark olmadığından onların resimlerle anlatılmasına gerek duyulmamıştır. SABAH NAMAZININ FARZININ KILINIŞI Birinci Rek'at: 1) Ayakların arası dört parmak açıklıkta ve parmak uçları kıbleye doğru gelecek şekilde ayakta kıbleye dönülür. 2) İkamet getirilir. (Erkekler için) Niyet: 3) "Niyet ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir. İftitah Tekbiri: 4) "Allahü Ekber" diyerek iftitah tekbiri alınır. |
RESİM-1 Erkekler tekbir alırken; ellerin içi kıbleye ve parmaklar normal açıklıkta bulunur. Başparmaklar, kulak yumuşağı hizasına gelecek şekilde eller yukarıya kaldırılır. | RESİM-2 Kadınlar tekbir alırken; ellerinin içi kıbleye karşı, parmaklar normal açıklıkta ve parmak uçları omuz hizasına gelecek şekilde ellerini yukarıya kaldırır. | ||
Namaz Süreleri
Fatiha Suresi
-OKUNUŞU-
Elhamdülillâhi rabbil’âlemîn. Errahmânirrahîm. Mâliki yevmiddîn. Iyyâkena’büdü ve iyyâke nesta’în. Ihdinas-sirâtal müstakîm. Sirâtallezîneen’amte aleyhim gayrilmagdûbi aleyhim ve leddâllîn.
(Amin)
Namazdan Sonra Zikrin Fazileti
Ümmeti Muhammed'in Affı
Amir bin Sa'd radıyallahü anh babasından naklen anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm ile beraber Medine'ye gitmek üzere Mekke'den yola çıktık ve Azverâ isimli mıntıkaya yaklaştığımızda, Nebiy aleyhisselâm indi ve ellerini kaldırıp bir müddet Allah'a dua ettikten sonra yere kapanıp secde etti. Secdede uzun bir süre durdu, yine ellerini kaldırıp bir müddet Allah'a duada bulunduktan sonra yere kapanarak secdeye vardı; yine Uzun bir süre durduktan sonra tekrar ellerini kaldırarak, bir süre daha Allah'a dua etti ve sonra yere kapanarak secde etti. Bundan sonra da şöyle buyurdu:
Peygamber aleyhisselâm ile beraber Medine'ye gitmek üzere Mekke'den yola çıktık ve Azverâ isimli mıntıkaya yaklaştığımızda, Nebiy aleyhisselâm indi ve ellerini kaldırıp bir müddet Allah'a dua ettikten sonra yere kapanıp secde etti. Secdede uzun bir süre durdu, yine ellerini kaldırıp bir müddet Allah'a duada bulunduktan sonra yere kapanarak secdeye vardı; yine Uzun bir süre durduktan sonra tekrar ellerini kaldırarak, bir süre daha Allah'a dua etti ve sonra yere kapanarak secde etti. Bundan sonra da şöyle buyurdu:
Namazın Fazileti
Cehaletin İlacı Sormak
Câbir radıyallahü anh anlatıyor:
Arkadaşlarımla beraber sefere çıkmıştık, içimizden birinin başına taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Sonra aynı adam uykuda ihtilâm olduğu için, arkadaşlarına:
— Teyemmüm edebilir miyim, bu hususta benim için ruhsat buluyor musunuz? diye sordu.
Arkadaşları da:
Arkadaşlarımla beraber sefere çıkmıştık, içimizden birinin başına taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Sonra aynı adam uykuda ihtilâm olduğu için, arkadaşlarına:
— Teyemmüm edebilir miyim, bu hususta benim için ruhsat buluyor musunuz? diye sordu.
Arkadaşları da:
Teyemmümün Meşruyeti
Hazreti Aişe radıyallahü anhâ anlatıyor:
Resûlüllah aleyhisselâmın seferlerinin birinde kendisi ile beraber yola çıktık. Mekke'ye yakın
bir yer olan Beydâ, yahut Mekke ile Medine arasında bir yer olan Zât ile Ceyş'de bulunduğumuz sırada gerdanlığım kaybolmuştu. Gerdanlığımı arayıp bulmak için Allah'ın Resulü ile beraber diğer insanlar da burada durdular. Bu mahalde su olmadığı gibi, halkın da yanında su bulunmuyordu. Bu durum üzerine insanlardan bir kısmı Ebû Bekir radıyallahü anh'e gelerek:
Resûlüllah aleyhisselâmın seferlerinin birinde kendisi ile beraber yola çıktık. Mekke'ye yakın
bir yer olan Beydâ, yahut Mekke ile Medine arasında bir yer olan Zât ile Ceyş'de bulunduğumuz sırada gerdanlığım kaybolmuştu. Gerdanlığımı arayıp bulmak için Allah'ın Resulü ile beraber diğer insanlar da burada durdular. Bu mahalde su olmadığı gibi, halkın da yanında su bulunmuyordu. Bu durum üzerine insanlardan bir kısmı Ebû Bekir radıyallahü anh'e gelerek:
Niyet - İhlas Ve Meziyetleri
İbni Ömer radıyallahü anh'ten rivayet edilir:
Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
Üç kişi yolda giderken yağmura tutulup, dağın bir mağarasına sığındılar. Arkasından da sığındıkları mağaranın önüne dağın üzerinden bir kaya düşüverdi ve mağarayı kapattı. Bunun üzerine biribiriyle şöyle konuştular:
Allah için işlediğiniz bir iş varsa, hatırlayın ve onu vesile ederek Allah'a dua edin, belki sizi bu belâdan kurtarır.
Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
Üç kişi yolda giderken yağmura tutulup, dağın bir mağarasına sığındılar. Arkasından da sığındıkları mağaranın önüne dağın üzerinden bir kaya düşüverdi ve mağarayı kapattı. Bunun üzerine biribiriyle şöyle konuştular:
Allah için işlediğiniz bir iş varsa, hatırlayın ve onu vesile ederek Allah'a dua edin, belki sizi bu belâdan kurtarır.
Kıyamette İlk Sorgu Üç Kişi
Ebû Hüreyre radıyallahü anh'den anlatılır:
Resûlüllah aleyhisselâm şöyle buyurdu:
Kıyamet gününde üç kişi ilk olarak sorguya çekilir:
Birincisi, cihad esnasında ölen kimsedir ki, Allah'ın huzuruna getirilir ve Allah, kendisine verilmiş olan nimetleri önüne serer. O da, bunlara nail olduğunu itiraf eder.
Resûlüllah aleyhisselâm şöyle buyurdu:
Kıyamet gününde üç kişi ilk olarak sorguya çekilir:
Birincisi, cihad esnasında ölen kimsedir ki, Allah'ın huzuruna getirilir ve Allah, kendisine verilmiş olan nimetleri önüne serer. O da, bunlara nail olduğunu itiraf eder.
Kabir Azabına İki Sebeb
İbni Abbas radıyallahu anh'ın şöyle anlattığı rivayet edildi: Peygamber aleyhisselâm iki kabre rastladı ve şöyle buyurdu: Bu kabirlerdeki iki kişi insanlarca mühimsenmeyen bir suçtan azap görüyorlar. Biri bevlettikten sonra korunmadığı ve dikkatsiz davranıp, pislikten kaçınmadığı için; diğeri de koğuculıık yaparken, insanların arasını bozduğu için azap görüyor. Sonra Peygamber aleyhisselâm yaş bir dal alarak ikiye ayırdı ve birer parçasını bu kabirlere dikti. (Etrafında bulunanlar):
20 May 2008
Üç Kişinin Davranışları
Ebû Vâkıd el Leysî anlatıyor: Peygamber aleyhisselâm insanlarla birlikte mescitte otururken hemen üç kişi yanına geliverdi. Bunlardan ikisi Peygamber'in huzuruna doğru yürüdü. Birisi ise dönüp gitti. Bu ikisi Peygamber aleyhisselâmın huzuruna gelince, bunlardan biri, cemaat arasında bulduğu boş yere oturdu, ikincisi ise, cemaatın arkasına oturdu. Üçüncüsü de oturmayıp döndü ve gitti. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm mescitten ayrıldıktan sonra:
Peygamberin Kardeşleri
Ebû Hüreyre radıyallahü anh şöyle anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm kabristana gelip buyurdu:
— Selâm sizlere ey müminler topluluğunun diyarı! Ve biz de,,—Allah dilerse— muhakkak size ulaşacağız. Kardeşlerimizi görmeyi arzu ediyorum.
— Ey Allah'ın Resulü, biz senin kardeşlerin değil miyiz? dediler. Peygamber aleyhisselâm:
Peygamber aleyhisselâm kabristana gelip buyurdu:
— Selâm sizlere ey müminler topluluğunun diyarı! Ve biz de,,—Allah dilerse— muhakkak size ulaşacağız. Kardeşlerimizi görmeyi arzu ediyorum.
— Ey Allah'ın Resulü, biz senin kardeşlerin değil miyiz? dediler. Peygamber aleyhisselâm:
İslam Ve İman
Hazreti Ömer bin Hattâb radıyallahü anh anlatıyor: Bir gün biz, Peygamber aleyhisselâmın yanında iken birden, elbisesi bembeyaz sakalının kılları ile saçları kapkara, üzerinde yolculuk eseri görünmeyen, hiçbirimizin tanımadığı bir adam geliverdi. Peygamber aleyhisselâmın tâ yanına oturdu. Diz kapaklarını O'nun diz kapaklarına dayadı. Ellerini dizlerine koydu Ve:
— Ey Muhammed, bana islâm'dan haber ver? dedi. Allah'ın Peygamberi:
— islâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed aleyhisselâmın Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan ayında oruç tutman, yol bakımından gücün yettiği takdirde hacc etmenden ibarettir, buyurdu.
Adam:
— Doğru söyledin, dedi.
(Hazreti Ömer) Biz buna hayret ettik. Hem soruyor, hem de Hazreti Peygamberi tasdik ediyor.
Adam devam ederek:
— Bana îman nedir? anlat, dedi. Allah'ın Peygamberi:
— iman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve bir de hayır ile şer (herşey) in Allah'ın takdiri ile olduğuna inanmandan ibarettir, diye cevap verdi.
Adam:
— Doğru söyledin, dedi ve:
— İhsan nedir? diye sordu.
Allah'ın Peygamberi: .
— İhsan, Allah'ı görür gibi kendisine ibadet etmendir. Çünkü sen O'nu görmesen de, O seni görür, buyurdu. Adam:
— Bana kıyametin zamanından haber ver? dedi. Peygamber aleyhisselâm:
— Bu meselede kendisine sorulan kişi, sorandan daha bilgili değildir, dedi. Adam son olarak:
— O'nun (kıyametin) alâmetlerinden bana haber ver, dedi. Peygamber aleyhisselâm:
— Cariyenin efendisini doğurması; yalın ayaklıları, çıplakları, fakirleri ve koyun çobanlarını yapılarının yüksekliği ile övünür ve yarış eder oldukları halde görmendir, buyurdu.
(Hazreti Ömer) Sonra bu adam gitti ve ben, bir süre Peygamber aleyhisselâmın huzurundan ayrıldım; sonra kendisine vardığımda; Peygamber aleyhisselâm:
— Ey Ömer, soranın kim olduğunu biliyor musun? diye sordu.
— Allah ve Resulü en iyi bilir, dedim. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
— O, Cebrail'dir; dininizi öğretmek üzere size geldi, buyurdu.
(Buharî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Neseî)
* * *
19 May 2008
Risale aşılmayı değil açılmayı bekliyor
M. KARABAŞOĞLU: En başta, ‘iş icabı’ okuduğum bütün kitapları aynı zamanda ‘keyif alarak’ okuduğumu belirtmek isterim. Okuduğum her kitaptan birşeyler öğrendim; her bir okumamdan bir keyif aldım. Maamafih, okumak istediğim halde, ‘iş icabı’ okumalarımın yoğunluğu yüzünden henüz okuyamadığım uzunca bir liste de zihnimde ve kütüphanemde bekliyor.
Risale-i Nur dışında, haz duyarak okuduğum edebiyat metinlerine gelince; üniversite yıllarında Balzac’ı büyük bir keyifle okumuştum. 80’li yıllarda, üslub arayışım içinde, Roger Rosenblatt’ın İngilizce denemelerini dikkatle ve keyifle okudum. Sonra Goethe, Hâfız-ı Şirazî, Rilke, Eliot, Thoreau ve Hermann Hesse’yi keşfettim.
Sosyal bilimler alanında ‘iş icabı’ okumalarım o kadar yoğun idi ki, ayrıca bir ‘okuma’ya ayıracak zaman bulamadım. ‘İş icabı’ okuduklarım içinde ise
Harama Bakmak Unutkanlık Yapar
Risâle-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: "Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?"
Ben de dedim:
Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var. İmam-ı Şâfiî'nin (ra) dediği gibi, “Haram-ı nazar, nisyan verir.”
Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir.
Ben de dedim:
Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var. İmam-ı Şâfiî'nin (ra) dediği gibi, “Haram-ı nazar, nisyan verir.”
Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir.
İmam-ı Gazali
Hayatı
İran’ın Tus şehrinin Gazal kasabasında 1058 (h.450) yılında doğdu.Babası fakir ve salih bir zattı. Âlimlerin sohbetlerinden hiçayrılmazdı. Elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eder vehizmetlerinde bulunurdu. Âlimlerin nasihatini dinleyince ağlar veAllahü teâlâdan kendisine âlim olacak bir evlat vermesini yalvararakisterdi. Babası yün eğirip, Tus şehrinde bir dükkanda satardı.Vefatının yaklaştığını anlayınca, oğlu Muhammed Gazali’yi ve diğer oğluAhmed’i hayır sahibi ve zamanın salihlerinden bir arkadaşına, birmiktar mal vererek vasiyet etti ve ona dedi ki:
İran’ın Tus şehrinin Gazal kasabasında 1058 (h.450) yılında doğdu.Babası fakir ve salih bir zattı. Âlimlerin sohbetlerinden hiçayrılmazdı. Elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eder vehizmetlerinde bulunurdu. Âlimlerin nasihatini dinleyince ağlar veAllahü teâlâdan kendisine âlim olacak bir evlat vermesini yalvararakisterdi. Babası yün eğirip, Tus şehrinde bir dükkanda satardı.Vefatının yaklaştığını anlayınca, oğlu Muhammed Gazali’yi ve diğer oğluAhmed’i hayır sahibi ve zamanın salihlerinden bir arkadaşına, birmiktar mal vererek vasiyet etti ve ona dedi ki:
Abdullah El-Harari
Abdullâh el-Hararî eş-Şeybî el-Abderî İslam alimi, muhaddis. Yaklaşık olarak 1328 H. /1910 R. yılında Harar şehrinde doğmuştur. Küçük yaştan beri kendisini İslâmi bilgileri öğrenmeye vermiş, yedi yaşındayken Kur’anı kerim’i tertilen ezberlemiştir. İslâmî ilimlerin tahsilini beynelmilel düzeyde sürdürmüştür. Vehhabilere karşı yaptığı kuvvetli ilmî reddiyelerle ün kazanmıştır. Matbu ve elyazması eserlere vakıf olduğu, bunlardaki uyuşmazlıkları hafızasını kullanarak bulup düzelttirdiği anlatılır.
Vehhabilere karşı yaptığı reddiyelerle ün kazanmıştır.
Vehhabilere karşı yaptığı reddiyelerle ün kazanmıştır.
Abdülhakim Arvasi
Abdülhakîm Arvâsî (1865 - 1943) Sünnî, İslam âlimidir.
Hayatı
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında yaşamıştır. Seyyiddir. Van'ın Başkale kazasında doğmuştur. Seyyid Fehîm Arvâsî'den eğitim almıştır. Arvâsî, dini ve dünyevi ilimlerde geniş bilgi sahibiydi. Dört mezhebinde fıkh bilgilerinde mâhirdi. Van'da 30
Hayatı
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında yaşamıştır. Seyyiddir. Van'ın Başkale kazasında doğmuştur. Seyyid Fehîm Arvâsî'den eğitim almıştır. Arvâsî, dini ve dünyevi ilimlerde geniş bilgi sahibiydi. Dört mezhebinde fıkh bilgilerinde mâhirdi. Van'da 30
Abdülkadir Geylani
Abdülkadir Geylani (Arapça: عبد القادر الجيلانى 'Abd al-Qadr Jīlānī, Farsça: عبد القادرگیلانی Gīlānī ; 1166-1066), İslam bilgini. Kadiri tarikatının kurucusudur.
Muhyiddîn, Kutb-i Rabbânî, Kutb-i a'zam, Gavs, Gavs-ül a'zam, Sultân-ul-evliyâ (evliyaların sultanı) olarak da anılır. Künyesi Ebu Muhammed'dir. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Müslümanlara göre Muhammed'in torunu Hasan'ın oğlu Hasan-ı Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup o da peygamber soyundan gelmektedir. Bundan dolayı hem Seyyid hem de Şerif'tir.
Muhyiddîn, Kutb-i Rabbânî, Kutb-i a'zam, Gavs, Gavs-ül a'zam, Sultân-ul-evliyâ (evliyaların sultanı) olarak da anılır. Künyesi Ebu Muhammed'dir. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Müslümanlara göre Muhammed'in torunu Hasan'ın oğlu Hasan-ı Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup o da peygamber soyundan gelmektedir. Bundan dolayı hem Seyyid hem de Şerif'tir.
Zekâtın hesap günü
Her ibâdeti yaparken, o ibâdetin farzlarına, şartlarına dikkat etmek, bu şartları, farzları öğrenmek lâzımdır. Zekâtın da, farzı ve ba'zı şartları vardır. Zekât verebilmek için, herşeyden önce, dînen zengin olmak, yâni nisâbâ mâlik olmak lâzımdır. Nisâb, aslî ihtiyaçların dışında 96 gram altın veya bunun karşılığı paraya, ticâret malına mâlik olmaktır. Bu miktara ulaşmıyan kimse, dinen zengin sayılmaz ve kendisine zekât vermek farz olmaz.
Zekat
Oruç ve Faydaları
Ramazan ayında oruç tutmak İslam'ın beş şartından biridir. Oruç, niyetederek tan yerinin ağarmasından itibaren güneş batıncaya kadar yememek,içmemek ve cinsi ilişkide bulunmamak suretiyle yerine getirilen biribadettir.
Peygamberimiz oruç tutanlar için şu müjdeyi veriyor: "Kim inanarak ve mükafatını Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır."(El-Buhari, Savm:7)
Oruç,ancak Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için tutulur. Oruç, iyi birirade terbiyesidir: İnsanlara iyi huylar ve ahlak güzelliği sağlar,insanı olgunlaştırır. Oruç, aynı zamanda müslümanı günah işlemekten vecehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Acıma duygusunu geliştirir,sağlığımızın korunmasına
Peygamberimiz oruç tutanlar için şu müjdeyi veriyor: "Kim inanarak ve mükafatını Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır."(El-Buhari, Savm:7)
Oruç,ancak Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için tutulur. Oruç, iyi birirade terbiyesidir: İnsanlara iyi huylar ve ahlak güzelliği sağlar,insanı olgunlaştırır. Oruç, aynı zamanda müslümanı günah işlemekten vecehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Acıma duygusunu geliştirir,sağlığımızın korunmasına
Fıtır Sadakası
Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisab miktarı malı (80.18gr. altın) veya onun değerinde parası olan müslümanın fıtır sadakasıvermesi vacipdir. Buna kısaca "Fitre" denilir. Fıtır sadakasının vacipolması için zekâtta olduğu gibi malın üzerinden bir yıl geçmesi veartıcı nitelikte olması şart değildir.
Fitre, Ramazan ayındafakirlere verilen bir sadakadır. Bayramdan önce verilmesi iyidir.Bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Dini ölçülere göre zenginolan kimsenin, hem kendisinin, hem de erginlik çağına
14 May 2008
Muallak Taşı ( Hacer-i Muallak )
Bu taşın adı Muallak Taşı ya da Hacer-i Muallak. Asılı duran taş anlamına geliyor. Peygamberimiz Hz. muhammed'in Mirac'a çıkarken bastığı ve ayak izinin bulunduğu kayadır. Altında mağara olan bu kaya parçası, Kudüs'te Kubbet-üs Sahra'nın içindedir.
Kayanın en geniş kısmı 18 metre, en dar kısmı ise 13.5 metredir. Bu kayanın içine on bir basamak merdivenle inilebilmektedir. Kayanın iç kısmı yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde ve 4.5 metre x 4.5 metre boyutlarında boş bir mekandır.
Kayanın en geniş kısmı 18 metre, en dar kısmı ise 13.5 metredir. Bu kayanın içine on bir basamak merdivenle inilebilmektedir. Kayanın iç kısmı yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde ve 4.5 metre x 4.5 metre boyutlarında boş bir mekandır.
Şeytan Abidi Yoldan Nasıl Çıkardı
Kendine ait zaviyede Allahü Teâlâ'ya ibâdetle meşgul olan münzevî bir âbid vardı. Bir kadına da bir hastalık arız olmuştu. Kadının kardeşleri, kendisini, tedavi olur ve şifa bulur ümidiyle bu adamın yanına bırakmışlardı. Zamanla kadın âbidin nefsine hoş göründü ve tuttu zina etti. Kadın bu beraberlikten hamile kalmıştı. Derken Şeytan geldi, ne yapacağını şaşıran âbide:
Eshab-ı Kehf ( Mağara Arkadaşları )
Hazreti Isa aleyhisselâmdan sonra încil ehlinin işi karmakarışık, alt üst olmuş, aralarında günahkârlar büyümüş, hükümdarlar azgınlaşmış ve putlara tapar; putlar için kurbanlar keser hale gelmişlerdi. Bu yolda en ileri gidenlerden birisi de Rum hükümdarlarından Dekyanus idi. Bu hükümdar Rum diyarını dolaşıp putperestliği kabul etmeyen Isa ümmetini katlediyordu.
Hz. İsa Ve Havarileri
Isa aleyhisselâm otuz yaşında iken İsrail Oğullarına peygamber olarak vazifelendirildi. Hazreti Allah bu büyük peygamberinin gelişini Kur'ân'ında meâlen şöyle beyan ediyor:
«Habîbim, Meleklerim Meryem'e şöyle dediklerini de an: Ey Meryem! Allah sana kendi tarafından bir kelime, bir mucize olarak vücud bulacak bir çocuk müjdeler. Onun adı Meryem oğlu Mesîh isa'dır. Bu çocuk sana dünyada ve âhirette şerefli ve Allah'a yakınlardan olarak verildi. O, beşikte iken mucize olacak ve yaşı kemâle erince peygamberlik
«Habîbim, Meleklerim Meryem'e şöyle dediklerini de an: Ey Meryem! Allah sana kendi tarafından bir kelime, bir mucize olarak vücud bulacak bir çocuk müjdeler. Onun adı Meryem oğlu Mesîh isa'dır. Bu çocuk sana dünyada ve âhirette şerefli ve Allah'a yakınlardan olarak verildi. O, beşikte iken mucize olacak ve yaşı kemâle erince peygamberlik
İffet Numunesi Meryem
Hazreti Meryem'in babası İmran olup Süleyman aleyhisselâm neslindendir. Anasının adı da Hanne'dir. Hanne'nin kız kardeşi Işâ da Zekeriyya aleyhisselâmın zevcesi ve Hazreti Yahya'nın annesidir.
Meryem'in babası Imran henüz Meryem, ana karnında iken vefat ettiği için, anası Hanne, doğuracağı çocuğunu Beyt-i Makdis'e hizmetçi yapacağını nezretmişti. Bu itibarla Meryem Beyt-i Makdis'in imâmı ve kendisinin en yakın akrabası olan Hazreti Zekeriyya'ya teslim edilmiş, o
Meryem'in babası Imran henüz Meryem, ana karnında iken vefat ettiği için, anası Hanne, doğuracağı çocuğunu Beyt-i Makdis'e hizmetçi yapacağını nezretmişti. Bu itibarla Meryem Beyt-i Makdis'in imâmı ve kendisinin en yakın akrabası olan Hazreti Zekeriyya'ya teslim edilmiş, o
Hz. Zekeriyya Ve Yahya
Zekeriyya aleyhisselâmın nesebi Hazreti Süleyman'a çıkar. Hazreti Zekeriyya marangoz olup elinin emeğiyle geçinirdi. Aynı zamanda Beyt-i Makdis'de imamlık da yapan Zekeriyya aleyhisselâmın yetmiş yaşına kadar evlâdı olmamıştı. Allahü Teâlâ'ya bu hususta yaptığı niyazı üzerine kendisine Yahya aleyhisselâm evlâd olarak ihsan olunmuştur.
Hazreti Zekeriyya bu hususta Allahü Teâlâ'ya gizli ve vicdanî bir sesle nida ederek:
13 May 2008
Hz. Şa'ya'nın Şahadeti
İsrail Oğullarında bir çok hadiseler vuku bulmuş, günahlar işlenmişti. Allahü Teâlâ, bunlardan dolayı azap vermemiş kendilerine ihsan ve lütuf ile muamelede bulunmuştu. Nihayet İsrail Oğullarının Sıdıka nâmındaki hükümdarları zamanında hadiseleri büyümüştü. O zaman da Şa'ya aleyhisselâm peygamber olarak gönderilmiş ve Babil hükümdarı Sencarib'in hücum ve istilâsı defedilmişti.
Hz. Süleyman'ın Saltanatı
Hz. Davud'un on dokuz oğlundan Süleyman aleyhisselâm on üç yaşında onun varisi olarak yerine geçti ve insanlar arasında hak ve adalet ile hükümler yerine getirmek hususunda peygamberlik ve hükümdarlık makamını tuttu. Allahü Teâlâ'nın nimetlerini anlatıp teşhir ederek kendilerine verilen faziletli ilmi ve mucizeleri tasdik için halkı davet etmek üzere:
— Ey insanlar! Bize kuş mantıki, kuş dili öğretildi, dedi.
— Ey insanlar! Bize kuş mantıki, kuş dili öğretildi, dedi.
Hz. İlyas Ve Elyesa
İsrail Oğulları Peygamberlerinden Hazkîl aleyhisselâmın vefatı üzerine bu kavim içerisinde kötülükler çoğalmış, halk kendi elleriyle yaptıkları putlara tapmaya başlamıştı. Bunun üzerine Allahü Teâlâ İsrail Oğullarına peygamber olarak İlyas aleyhisselâmı gönderdi.
Hazreti Musa'dan sonra gelen İsrail Oğulları Peygamberlerinin tamamı, zaman geçtikçe Tevrat hükümlerini unutan İsrail Oğullarına Tevrat'ın hükümlerini yenilemek üzere vazifelendirilmişlerdir.
Musa aleyhisselâmın vefat etmesinden sonra onun yerine peygamber olan Yûşâ aleyhisselâm Şam'ı fethetmiş ve burayı İsrail Oğulları kabileleri arasında taksim etmişti. Bunlardan bir kabile halkına da Ba'lebek ve mülhakatı düşmüştü, işte Hazreti İlyas, bu kabile halkına peygamber olarak gönderilmişti. Ba'lebek halkı üzerinde o zaman hükümran olan putperest hükümdar tebeasını zorla bu putlara tapmaya teşvik ederdi. O hükümdarın Ba'l adında bir putu Vardı. Putun bulunduğu şehrin adı önceleri «Bek» idi. Sonraları bu meşhur putun adı ile her iki isim terkib edilerek bugün mevcud olan şehre Ba'lebek denilmiştir.
Allahü Teâlâ, İlyas aleyhisselâmın İsrail Oğullarını davetini yüce Kitabında meâlen şöyle beyan buyurur:
«Şüphesiz ki, İlyas da gönderilen peygamberlerdendir. Habîbim yâd et, o zamanı ki: o, kavmi İsrail Oğullarına:
— Ey kavmim! Aklınızı başınıza toplayıp Allah'dan korkmuyor musunuz?. Siz, yaradanların en güzel ve büyüğü olan Allah'a ki, O, hem sizin Rabbinizdir, hem de sizden önce gelip geçen babalarınızın Rabbidir, ibâdeti bırakıp da Ba'l adlı puta ibâdet mi edersiniz? demişti de, kavmi onu yalanlamışlardı. Bu sebeple İlyas'ın kavmi, içlerinden temiz yürekli kullar müstesna olmak üzere azaba hazır edilmişlerdir!. Kendisinden sonraki nesiller arasında İlyas adında da biz, güzel bir ün bıraktık!. Tarafımızdan saadet ve selâmet İlyas üzerine olsun!, İşte bize sözüyle, özüyle bağlı olanları selâmımızla taltif eder, güzel ünle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mühim kullarımızdandır.»
İlyas aleyhisselâm bu şehrin halkını Allahü Teâlâ'ya ibadete ve O'na ortak koşmamaya davet ederdi. Daha sonra bu zalim hükümdarın gadrine uğrayan İlyas aleyhisselâm, nihayet kaçar ve köylerde gezerek Tevrat öğretir ve bu şekilde gizli yaşardı.
Hazreti İlyas bu seyahati sırasında bir köye uğramıştı. Bu köyde İsrail Oğullarından bir kadının hanesine sığındı-. Misafir olduğu kadının Elyesâ Ibni Ahtub adlı ve hasta bir çocuğu vardı. Kadın çocuğuna okutmak için Hazreti Ilyas'ı evinde gizledi, İlyas aleyhisselâm da çocuğa dua etmiş ve Allah'ın izniyle şifâ bulmuştu. Bunun üzerine Elyesâ, Hazreti İlyas'a îman edip kendisinden ayrılmamış ve İlyas aleyhisselâmın vefatından sonra İsrail Oğullarına peygamber olarak gönderilmiştir.
* * *
Hazreti Musa'dan sonra gelen İsrail Oğulları Peygamberlerinin tamamı, zaman geçtikçe Tevrat hükümlerini unutan İsrail Oğullarına Tevrat'ın hükümlerini yenilemek üzere vazifelendirilmişlerdir.
Musa aleyhisselâmın vefat etmesinden sonra onun yerine peygamber olan Yûşâ aleyhisselâm Şam'ı fethetmiş ve burayı İsrail Oğulları kabileleri arasında taksim etmişti. Bunlardan bir kabile halkına da Ba'lebek ve mülhakatı düşmüştü, işte Hazreti İlyas, bu kabile halkına peygamber olarak gönderilmişti. Ba'lebek halkı üzerinde o zaman hükümran olan putperest hükümdar tebeasını zorla bu putlara tapmaya teşvik ederdi. O hükümdarın Ba'l adında bir putu Vardı. Putun bulunduğu şehrin adı önceleri «Bek» idi. Sonraları bu meşhur putun adı ile her iki isim terkib edilerek bugün mevcud olan şehre Ba'lebek denilmiştir.
Allahü Teâlâ, İlyas aleyhisselâmın İsrail Oğullarını davetini yüce Kitabında meâlen şöyle beyan buyurur:
«Şüphesiz ki, İlyas da gönderilen peygamberlerdendir. Habîbim yâd et, o zamanı ki: o, kavmi İsrail Oğullarına:
— Ey kavmim! Aklınızı başınıza toplayıp Allah'dan korkmuyor musunuz?. Siz, yaradanların en güzel ve büyüğü olan Allah'a ki, O, hem sizin Rabbinizdir, hem de sizden önce gelip geçen babalarınızın Rabbidir, ibâdeti bırakıp da Ba'l adlı puta ibâdet mi edersiniz? demişti de, kavmi onu yalanlamışlardı. Bu sebeple İlyas'ın kavmi, içlerinden temiz yürekli kullar müstesna olmak üzere azaba hazır edilmişlerdir!. Kendisinden sonraki nesiller arasında İlyas adında da biz, güzel bir ün bıraktık!. Tarafımızdan saadet ve selâmet İlyas üzerine olsun!, İşte bize sözüyle, özüyle bağlı olanları selâmımızla taltif eder, güzel ünle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mühim kullarımızdandır.»
İlyas aleyhisselâm bu şehrin halkını Allahü Teâlâ'ya ibadete ve O'na ortak koşmamaya davet ederdi. Daha sonra bu zalim hükümdarın gadrine uğrayan İlyas aleyhisselâm, nihayet kaçar ve köylerde gezerek Tevrat öğretir ve bu şekilde gizli yaşardı.
Hazreti İlyas bu seyahati sırasında bir köye uğramıştı. Bu köyde İsrail Oğullarından bir kadının hanesine sığındı-. Misafir olduğu kadının Elyesâ Ibni Ahtub adlı ve hasta bir çocuğu vardı. Kadın çocuğuna okutmak için Hazreti Ilyas'ı evinde gizledi, İlyas aleyhisselâm da çocuğa dua etmiş ve Allah'ın izniyle şifâ bulmuştu. Bunun üzerine Elyesâ, Hazreti İlyas'a îman edip kendisinden ayrılmamış ve İlyas aleyhisselâmın vefatından sonra İsrail Oğullarına peygamber olarak gönderilmiştir.
* * *
11 May 2008
Namaz Vakitleri
47- Farz namazlarla bunların sünnetleri için, vitir namazı, teravih namazı, cuma ve bayram namazları için vakit de bir şarttır. Şöyle ki: Farz namazlar, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle vakti içinde yerine getirilir. Bu namazların vakitlerini bilmek farz olan bir görevdir. Vakti henüz girmeden kılınan bir namaz geçerli değildir, vakti içinde yeniden kılınması gerekir. Vakti çıktıktan sonra kılınacak bir farz namaz ise, eda değil, kaza edilmiş olur. Kaza ise, her yönü ile edanın yerini tutmaz. Bir namazın özür olmaksızın kazaya bırakılması, Yüce Allah yanında büyük sorumluluk gerektirir. Sünnet namazlarla, cuma ve bayram namazları, vakitleri çıkınca kaza edilmezler.
48- Sabah namazının vakti, ikinci fecrin doğuşundan güneşin doğuşuna kadar olan namazdır. İkinci fecir, sabaha karşı doğu tarafın ufkundan yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti gerçek olarak girmiş olur. Bunun için buna "Fecr-i Sâdık" denir. Bunun karşılığı, birinci fecirdir ki, gökte iki tarafı karanlık dörtgen bir çizgi şeklinde beliren bir beyazlıktır. Bu az sonra kaybolur. Arkasından bir karanlık gelir. Bundan sonra ikinci fecir meydana gelir. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermediğinden ve yalancı bir aydınlık olduğundan, Fecr-i Kâzib (yalancı fecir) adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Onun için bu vakitle ne yatsı vakti çıkmış, ne de sabah vakti girmiş olur. Öyle ki, bu vakit içinde yiyip içmek de, oruç tutan kimseye haram olmaz.
49- Sabah namazını ortalık açılıp ağardığı zaman kılmak müstahabdır ve daha faziletlidir. Buna "İsfar" denir. Şöyle ki: İkinci fecrin aydınlığı tam meydana çıkıp da gecenin karanlığının açılacağı zamandır ki, atılan bir okun nereye düştüğünü atıcının görebileceği bir vakte kadar sabah namazı geciktirilmelidir. Aynı zamanda, kılınan bir sabah namazının fesadı halinde, o namazı güneş doğmadan önce sünneti ile kılabilecek bir zaman da kalmalıdır. Yalnız kurban bayramının ilk gününde Müzdelife'de bulunacak hacılar, için, o günün sabah namazını hemen fecrin arkasından daha ortalık karanlık iken kılmak daha faziletlidir. Buna "Tağlis" denilmektedir. Üç imama göre, her zaman tağlis daha faziletlidir.
50- Öğle namazının vakti, güneşin tam tepe noktasına geldikten sonra batıya doğru meyletmesi ile başlar. Güneşin tam tepeden batıya meyletmesi anına "Fey-i Zeval" denir. Bu halde bulunan gölgeden başka, her şeyin gölgesinin iki misline çıktığı zamana kadar öğle vakti devam eder. Öğlenin bu son vaktine "asr-ı sani" derler. Bu, İmam Azam'a göredir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ile diğer üç imama göre, Fey-i zevalden başka her şeyin gölgesi, kendisinin bir misline ulaşınca öğle namazının vakti çıkmış ve ikindi namazının vakti girmiş olur. Bu zamana da "Asr-ı evvel" denir. Bu ihtilaftan kurtulmak için, daha önce tarif edilen asr-ı saniye kadar geciktirmemelidir. İkindi namazını da asr-ı sanide kılmalıdır.
Cuma namazının vakti, aynen öğle namazının vaktidir. (*)
51- İkindi namazının vakti, yukarda açıklanan iki görüşe göre, öğle namazının vaktinin çıkışından güneşin batışına kadar olan zamandır. Yazın öğle namazını biraz serinlik çıkıncaya kadar geciktirmek, kışın da ilk vaktinde kılmak müstahabdır. İkindi namazını da güneşin renginin henüz değişmeyeceği bir vakte kadar geciktirmek daima müstahabdır. Güneşin bu değişmesinden maksad, güneşin gözleri kamaştırmayacak bir duruma gelmesidir.
52- Akşam namazının vakti, güneşin batmasından başlayıp şafağın kaybolmasına kadar devam eden zamandır.
Şafak, İmam Azam'a göre, akşamleyin ufuktaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ve diğer üç imama göre ve İmam Azam'dan diğer bir rivayete göre şafak, ufukta meydana gelen kızartıdır. Bu kızartı gidince akşam namazının vakti çıkmış olur.
Akşam namazını ilk vaktinde kılmak müstahabdır. Akşam namazının vakti dar olduğundan onu geciktirmek uygun olmaz. Bu namazı kızartının kaybolmasına kadar geciktirmemelidir.
53- Yatsı namazının vakti, yukarda açıklanan iki görüşe göre, şafağın kaybolmasından başlayıp ikinci fecrin doğuşuna kadar devam eder. Fecir doğunca yatsı vakti bitmiş olur.
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstahabdır. Gecenin yarısına kadar geciktirilmesi ise mubahtır. İkinci fecrin biraz öncesine kadar geciktirmek, bir özür olmadıkça, mekruhtur. Çünkü bu durumda yatsı namazının kaçırılmasından korkulur. İhtilaftan kurtulmak için de, ufuktaki beyazlık kaybolmadıkça yatsı namazını kılmamalıdır. Bulutlu günlerde, sabah, öğle, akşam namazlarını biraz geciktirmeli, ikindi ve yatsı namazlarını da biraz erken kılmalıdır ki, bu müstahabdır.
54- Vitir namazının vakti, yatsı namazının vaktidir. Ancak vitir konusu ile ilgili bir emirden dolayı vitir namazı yatsı namazından sonra kılınır. Vitir vaktinin bu şekilde oluşu İmam Azam'a göredir. İki imama göre, vitrin vakti, yatsı namazı kılındıktan sonra başlar. Bu ayrılık üzerine şöyle bir mesele ortaya çıkar: Bir kimse yatsı namazını kıldıktan sonra elbisesini değiştirip başka bir elbise ile vitir namazını kılsa ve önceki elbisesinin temiz olmadığı anlaşılsa, İmam Azam'a göre yalnız yatsı namazını yeniden kılmak gerekir. İki imama göre ise, her iki namazı tekrar kılması gerekir; çünkü vitir namazı vaktinden evvel kılınmış olur.
Bir insan uykudan uyanacağına güveni yoksa, uyumadan önce vitir namazını kılmalıdır. Eğer uyanacağından emin ise, vitir namazını gecenin sonuna kadar geciktirmesi daha faziletlidir.
55- Teravih namazının vakti, sahih kabul edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Hem vitirden önce, hem de vitirden sonra kılınabilir. Fakat yatsı namazı kılınmadan teravih namazı kılınmaz; kılınacak olsa tekrarlanması gerekir.
56- Bayram namazlarının vakti, sabahleyin güneş yükselip de kerahet vakti çıktıktan itibaren başlar ve güneşin istiva (tam ortada bulunma) zamanına kadar sürer.
Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci günün istiva zamanına kadar kılınamazsa, ikinci günün istiva zamanına kadar kılınır. Özür devam etse bile, artık üçüncü gün kılınamaz.
Kurban bayramı namazı ise, bir özürden dolayı birinci gün kılınamazsa, ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istiva zamanına kadar kılınır. Bir özür olmaksızın bu bayram namazlarını ikinci ve üçüncü güne bırakmak kötü bir iş olur. Bu bayram namazlarını istiva anında ve istivadan sonra kılmak hiçbir surette caiz değildir, kaza da edilmezler.
57- Vaktin müsait olduğunu sanarak bir sünnet namaza başlamış olan kimse, iki rekat kıldıktan sonra farzın kaçırılacağından korkarsa, başlamış olduğu namazı bırakmaz, iki rekattan sonra teşehhüde oturup sonra selam verir. Üçüncü rekatta ise, dördüncü rekatı da kılar, sonra selam verir. Çünkü böyle başlanmış olan bir namazın yerine getirilmesi gerekir.
58- Vakit, namazın şartı olduğu gibi, vücubunun da sebebidir. Bu bakımdan, bir yerde namaz vakitlerinden biri veya ikisi bulunmasa, o vakitlere ait olan namazlar, o yer halkına farz olmaz. Bazı bölgelerde yılın bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan fecir doğarak sabah vakti girmektedir. Bu gibi yerlerde yatsı namazı düşmüş olur; çünkü yatsının vakti bulunmamıştır. Abdest organlarından birini veya ikisini kaybeden kimse için bu organlarını yıkamak zorunluluğunun kalkması da bunun gibidir. Bu şekilde fetva verilmiştir. Bununla beraber bazı fıkıh alimlerine göre, bu gibi yerlerde bulunan müslümanlar da, beş vakit namaz kılmakla yükümlüdürler. Bulundukları yerde bu namazlardan herhangi birinin vakti meydana gelmemiş olsa, o namazı kaza şeklinde kılarlar veya beş vaktin bulunduğu kendilerine en yakın bir bölgenin vakitlerine göre, o namaz için vakit belirleyerek namazı yerine getirmeye çalışırlar. Gerçek şu ki, vakit namazın şartıdır, bir sebebi ve bir alametidir. Fakat namazın asıl sebebi, Allah'ın bir emri oluşudur ve İlahî nizamın arka arkaya devam edip gitmesidir. Bu bakımdan bütün müslümanlar, bu beş vakti kılmakla yükümlüdürler. Onun için bunları kılmaları gerekir.
İmam Şafiî'nin içtihadı da bu şekildedir. İhtiyata uygun olan da budur.
Uzun zaman güneşin batmadığı veya doğmadığı bölgelerde namaz vakitlerinin böyle takdir edilip edilemeyeceği fıkrinde fıkıh alimlerinin ihtilafı vardır. Bu gibi bölgelerde bulundukları kabul edilen müslümanların oruçları ve zekatları hususunda yine böyle bir ölçü koymak uygun görülmektedir.
59- Her gün beş vakit namaz kılmanın pek çok hikmetleri vardır. Biz burada yalnız şu kadarını arzedelim: İnsan sabahleyin sanki yeni bir hayata kavuşmuş, karanlıktan aydınlığa çıkmış olur. Yeni bir çalışma gayreti içine girmiş olur. İnsana bu hayat ve çalışma gücünü veren ve insana başarı sağlayacak olan ancak Yüce Allah'dır. Bundan dolayı insan, bu hayat nimetine şükretmek ve bunu bir hayırla sona erdirmek için mübarek sabah namazını kılmakla yükümlü tutulmuştur.
İnsan sabahdan akşama kadar hayatın nimetlerinden yararlanıyor. Bu zaman içinde devamlı olarak maddî bir çalışma gayreti gösteriyor. Bu bir başarı eseridir. İşte bu başarıya şükretmek ve bu başarının ruhları duygusuzluk ve katılık içinde bırakmasına engel olmak için de öğle ile ikindi namazları farz kılınmışlardır. Akşamın yaklaşması ile, sona ermeye yüz tutan bir günlük yaşayışın ve çalışmanın, ruha zevk veren bir ibadetle sona ermesi, bir mutluluk ve şükür nişanı ve bir kulluk görevi olacağından akşam namazı kılınmaktadır.
İnsan daha sonra uyku alemine can atacaktır. Ölümün bir çeşidi olan bir bakımdan da huzur ve istirahat devresi sayılan bu aleme varmadan önce bir günlük hayata kutsal bir ibadetle son vermek, bir de, o ölüme benzer alemi İlahî bir zevk ve uyanıklıkla geçmek, yaratıcımızın mağfiretine sığınmak iyi bir sonuç olacağından da yatsı namazı kılınmaktadır.
Sonuç: Gerek insanın ve gerek çevresindeki bütün varlıkların hayatlarında, doğmak, büyümek, duraklamak, yaşlanmak ve sonra da ölüp gitmek gibi değişik beş safha meydana gelmektedir. Artık büyük bir nimet olan bu safhalara bir karşılık olmak ve insanın maddî çalışmaları ile manevî çalışmaları arasında bir denge kurabilmek için, beş vakitte kılınan namazlardan daha yüksek ve daha faziletli bir çare bulunamaz. Bizleri bu kutsal ibadetle yükümlü olmak şerefine ulaştıran ikramı çok bol mabudumuza ne kadar şükretsek yine azdır.
(*)Bu vakitlerin güzelce anlaşılabilmesi için bazı deyimleri bilmek gerekir. Şöyle ki: Gündüz vaktine Arabça "Nehar" denir. Nehar iki kısımdır. Biri Nehar-ı Şerî (Şer'î Gündüz)'dir ki, fecr-i sadıktan güneşin batışına kadar devam eder. Diğeri de, Nehar-ı Örfî (Örfî Gündüz)'dir. Bu da güneşin doğuşundan batışına kadar olan zamandır ve nehar-i şer'î'den kısadır.
Öğle vakti, güneşin zevalinin hemen arkasından başlar. Zeval ise, örfî gündüzün tam ortasına rastlar. Bir örfî gündüz on saat kabul edilse, tam beşte zeval vakti olmuş olur ve görünüşe göre güneş yolun yarısını almış sayılır. Artık her şeyin gölgesi doğudan batıya doğru düşmekte iken, bundan sonra batıdan doğuya doğru düşmeye başlar. İşte güneşin tam bu yarı yola geldiği anda, her şeyin yere düşen gölgesine de, "Fey-i Zeval" denir. Fey, aslında dönme manasınadır. Gölge, batıdan doğuya dönmeye başladığı için bu adı almıştır. Şimdi tam bu zeval anında güneşe karşı dikilmiş olan bir metre uzunluğundaki bir şeyin gölgesini yarım metre kabul ediniz. Bu bir fey'î zevaldir. Bundan sonra o şeyin gölgesini iki metre daha uzayıp artarsa, yani gölgesi iki buçuk metre olursa, asr-i sani olmuştur. İmam Azam'a göre, öğle vakti çıkmış ve ikindi vakti girmiştir. Fey-i zeval, bulunulan zaman ve yere göre uzayabilir ve kısalabilir, belirsiz de olabilir.
Şunu da ilave edelim ki, tam bu zeval anına rastlayan bir namaz caiz değildir. Bu bir kerahet vaktidir. Fakat namazın caiz olmadığı bu kerahet zamanı, pek az bir vakte mi mahsustur; yoksa bundan biraz öncesinden mi başlar? Burada iki görüş vardır: Bir görüşe göre, burada örfî gündüz esastır. Bu bakımdan tam zeval vaktine "İstiva vakti" denir ki, güneş-gündüz yarısı dairesi üstünde, herkesin tam başı üstünde bulunur veya o hizaya gelmiş gibi görülür. İşte kerahet vakti de bu andan ibaret olmuş olur.
Fakat diğer bir görüşe göre bu kerahet vaktinin belirlenmesinde esas olan şer'î gündüzdür. Şer'î gündüzde istiva vakti, zeval vaktinden biraz önce meydana gelir. Buna göre kerahet zamanı da, bu istiva vaktinden zeval vaktine kadar uzayan müddet olur. Örnek: Ocak ayının birinci günü, fecr-i sadıkın doğuşu ezanî saatle 12.50 de olsa, güneşin batışı da 12'de olacağına göre, şer'î gündüz süresi 11 saat 10 dakika olur. Bu günde güneşin doğuşu 2.35'de olacağından örfî gündüzün süresi 9 saat 25 dakika olur. Bu durumda Şer'î gündüzün yarısı, yani istiva zamanı fecirden 5 saat 35 dakika sonra olup güneşin doğuşundan 3 saat 50 dakika sonraya raslar. Bu bakımdan şer'î gündüzün yarısı zeval vaktinden 52 dakika önce olmuş olur. işte bu 52 dakikalık süre bir kerahet zamanıdır. Harzem fıkıh alimlerinin görüşü böyledir. Mekruh vakitler bölümüne bakılsın.
48- Sabah namazının vakti, ikinci fecrin doğuşundan güneşin doğuşuna kadar olan namazdır. İkinci fecir, sabaha karşı doğu tarafın ufkundan yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti gerçek olarak girmiş olur. Bunun için buna "Fecr-i Sâdık" denir. Bunun karşılığı, birinci fecirdir ki, gökte iki tarafı karanlık dörtgen bir çizgi şeklinde beliren bir beyazlıktır. Bu az sonra kaybolur. Arkasından bir karanlık gelir. Bundan sonra ikinci fecir meydana gelir. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermediğinden ve yalancı bir aydınlık olduğundan, Fecr-i Kâzib (yalancı fecir) adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Onun için bu vakitle ne yatsı vakti çıkmış, ne de sabah vakti girmiş olur. Öyle ki, bu vakit içinde yiyip içmek de, oruç tutan kimseye haram olmaz.
49- Sabah namazını ortalık açılıp ağardığı zaman kılmak müstahabdır ve daha faziletlidir. Buna "İsfar" denir. Şöyle ki: İkinci fecrin aydınlığı tam meydana çıkıp da gecenin karanlığının açılacağı zamandır ki, atılan bir okun nereye düştüğünü atıcının görebileceği bir vakte kadar sabah namazı geciktirilmelidir. Aynı zamanda, kılınan bir sabah namazının fesadı halinde, o namazı güneş doğmadan önce sünneti ile kılabilecek bir zaman da kalmalıdır. Yalnız kurban bayramının ilk gününde Müzdelife'de bulunacak hacılar, için, o günün sabah namazını hemen fecrin arkasından daha ortalık karanlık iken kılmak daha faziletlidir. Buna "Tağlis" denilmektedir. Üç imama göre, her zaman tağlis daha faziletlidir.
50- Öğle namazının vakti, güneşin tam tepe noktasına geldikten sonra batıya doğru meyletmesi ile başlar. Güneşin tam tepeden batıya meyletmesi anına "Fey-i Zeval" denir. Bu halde bulunan gölgeden başka, her şeyin gölgesinin iki misline çıktığı zamana kadar öğle vakti devam eder. Öğlenin bu son vaktine "asr-ı sani" derler. Bu, İmam Azam'a göredir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ile diğer üç imama göre, Fey-i zevalden başka her şeyin gölgesi, kendisinin bir misline ulaşınca öğle namazının vakti çıkmış ve ikindi namazının vakti girmiş olur. Bu zamana da "Asr-ı evvel" denir. Bu ihtilaftan kurtulmak için, daha önce tarif edilen asr-ı saniye kadar geciktirmemelidir. İkindi namazını da asr-ı sanide kılmalıdır.
Cuma namazının vakti, aynen öğle namazının vaktidir. (*)
51- İkindi namazının vakti, yukarda açıklanan iki görüşe göre, öğle namazının vaktinin çıkışından güneşin batışına kadar olan zamandır. Yazın öğle namazını biraz serinlik çıkıncaya kadar geciktirmek, kışın da ilk vaktinde kılmak müstahabdır. İkindi namazını da güneşin renginin henüz değişmeyeceği bir vakte kadar geciktirmek daima müstahabdır. Güneşin bu değişmesinden maksad, güneşin gözleri kamaştırmayacak bir duruma gelmesidir.
52- Akşam namazının vakti, güneşin batmasından başlayıp şafağın kaybolmasına kadar devam eden zamandır.
Şafak, İmam Azam'a göre, akşamleyin ufuktaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ve diğer üç imama göre ve İmam Azam'dan diğer bir rivayete göre şafak, ufukta meydana gelen kızartıdır. Bu kızartı gidince akşam namazının vakti çıkmış olur.
Akşam namazını ilk vaktinde kılmak müstahabdır. Akşam namazının vakti dar olduğundan onu geciktirmek uygun olmaz. Bu namazı kızartının kaybolmasına kadar geciktirmemelidir.
53- Yatsı namazının vakti, yukarda açıklanan iki görüşe göre, şafağın kaybolmasından başlayıp ikinci fecrin doğuşuna kadar devam eder. Fecir doğunca yatsı vakti bitmiş olur.
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstahabdır. Gecenin yarısına kadar geciktirilmesi ise mubahtır. İkinci fecrin biraz öncesine kadar geciktirmek, bir özür olmadıkça, mekruhtur. Çünkü bu durumda yatsı namazının kaçırılmasından korkulur. İhtilaftan kurtulmak için de, ufuktaki beyazlık kaybolmadıkça yatsı namazını kılmamalıdır. Bulutlu günlerde, sabah, öğle, akşam namazlarını biraz geciktirmeli, ikindi ve yatsı namazlarını da biraz erken kılmalıdır ki, bu müstahabdır.
54- Vitir namazının vakti, yatsı namazının vaktidir. Ancak vitir konusu ile ilgili bir emirden dolayı vitir namazı yatsı namazından sonra kılınır. Vitir vaktinin bu şekilde oluşu İmam Azam'a göredir. İki imama göre, vitrin vakti, yatsı namazı kılındıktan sonra başlar. Bu ayrılık üzerine şöyle bir mesele ortaya çıkar: Bir kimse yatsı namazını kıldıktan sonra elbisesini değiştirip başka bir elbise ile vitir namazını kılsa ve önceki elbisesinin temiz olmadığı anlaşılsa, İmam Azam'a göre yalnız yatsı namazını yeniden kılmak gerekir. İki imama göre ise, her iki namazı tekrar kılması gerekir; çünkü vitir namazı vaktinden evvel kılınmış olur.
Bir insan uykudan uyanacağına güveni yoksa, uyumadan önce vitir namazını kılmalıdır. Eğer uyanacağından emin ise, vitir namazını gecenin sonuna kadar geciktirmesi daha faziletlidir.
55- Teravih namazının vakti, sahih kabul edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Hem vitirden önce, hem de vitirden sonra kılınabilir. Fakat yatsı namazı kılınmadan teravih namazı kılınmaz; kılınacak olsa tekrarlanması gerekir.
56- Bayram namazlarının vakti, sabahleyin güneş yükselip de kerahet vakti çıktıktan itibaren başlar ve güneşin istiva (tam ortada bulunma) zamanına kadar sürer.
Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci günün istiva zamanına kadar kılınamazsa, ikinci günün istiva zamanına kadar kılınır. Özür devam etse bile, artık üçüncü gün kılınamaz.
Kurban bayramı namazı ise, bir özürden dolayı birinci gün kılınamazsa, ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istiva zamanına kadar kılınır. Bir özür olmaksızın bu bayram namazlarını ikinci ve üçüncü güne bırakmak kötü bir iş olur. Bu bayram namazlarını istiva anında ve istivadan sonra kılmak hiçbir surette caiz değildir, kaza da edilmezler.
57- Vaktin müsait olduğunu sanarak bir sünnet namaza başlamış olan kimse, iki rekat kıldıktan sonra farzın kaçırılacağından korkarsa, başlamış olduğu namazı bırakmaz, iki rekattan sonra teşehhüde oturup sonra selam verir. Üçüncü rekatta ise, dördüncü rekatı da kılar, sonra selam verir. Çünkü böyle başlanmış olan bir namazın yerine getirilmesi gerekir.
58- Vakit, namazın şartı olduğu gibi, vücubunun da sebebidir. Bu bakımdan, bir yerde namaz vakitlerinden biri veya ikisi bulunmasa, o vakitlere ait olan namazlar, o yer halkına farz olmaz. Bazı bölgelerde yılın bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan fecir doğarak sabah vakti girmektedir. Bu gibi yerlerde yatsı namazı düşmüş olur; çünkü yatsının vakti bulunmamıştır. Abdest organlarından birini veya ikisini kaybeden kimse için bu organlarını yıkamak zorunluluğunun kalkması da bunun gibidir. Bu şekilde fetva verilmiştir. Bununla beraber bazı fıkıh alimlerine göre, bu gibi yerlerde bulunan müslümanlar da, beş vakit namaz kılmakla yükümlüdürler. Bulundukları yerde bu namazlardan herhangi birinin vakti meydana gelmemiş olsa, o namazı kaza şeklinde kılarlar veya beş vaktin bulunduğu kendilerine en yakın bir bölgenin vakitlerine göre, o namaz için vakit belirleyerek namazı yerine getirmeye çalışırlar. Gerçek şu ki, vakit namazın şartıdır, bir sebebi ve bir alametidir. Fakat namazın asıl sebebi, Allah'ın bir emri oluşudur ve İlahî nizamın arka arkaya devam edip gitmesidir. Bu bakımdan bütün müslümanlar, bu beş vakti kılmakla yükümlüdürler. Onun için bunları kılmaları gerekir.
İmam Şafiî'nin içtihadı da bu şekildedir. İhtiyata uygun olan da budur.
Uzun zaman güneşin batmadığı veya doğmadığı bölgelerde namaz vakitlerinin böyle takdir edilip edilemeyeceği fıkrinde fıkıh alimlerinin ihtilafı vardır. Bu gibi bölgelerde bulundukları kabul edilen müslümanların oruçları ve zekatları hususunda yine böyle bir ölçü koymak uygun görülmektedir.
59- Her gün beş vakit namaz kılmanın pek çok hikmetleri vardır. Biz burada yalnız şu kadarını arzedelim: İnsan sabahleyin sanki yeni bir hayata kavuşmuş, karanlıktan aydınlığa çıkmış olur. Yeni bir çalışma gayreti içine girmiş olur. İnsana bu hayat ve çalışma gücünü veren ve insana başarı sağlayacak olan ancak Yüce Allah'dır. Bundan dolayı insan, bu hayat nimetine şükretmek ve bunu bir hayırla sona erdirmek için mübarek sabah namazını kılmakla yükümlü tutulmuştur.
İnsan sabahdan akşama kadar hayatın nimetlerinden yararlanıyor. Bu zaman içinde devamlı olarak maddî bir çalışma gayreti gösteriyor. Bu bir başarı eseridir. İşte bu başarıya şükretmek ve bu başarının ruhları duygusuzluk ve katılık içinde bırakmasına engel olmak için de öğle ile ikindi namazları farz kılınmışlardır. Akşamın yaklaşması ile, sona ermeye yüz tutan bir günlük yaşayışın ve çalışmanın, ruha zevk veren bir ibadetle sona ermesi, bir mutluluk ve şükür nişanı ve bir kulluk görevi olacağından akşam namazı kılınmaktadır.
İnsan daha sonra uyku alemine can atacaktır. Ölümün bir çeşidi olan bir bakımdan da huzur ve istirahat devresi sayılan bu aleme varmadan önce bir günlük hayata kutsal bir ibadetle son vermek, bir de, o ölüme benzer alemi İlahî bir zevk ve uyanıklıkla geçmek, yaratıcımızın mağfiretine sığınmak iyi bir sonuç olacağından da yatsı namazı kılınmaktadır.
Sonuç: Gerek insanın ve gerek çevresindeki bütün varlıkların hayatlarında, doğmak, büyümek, duraklamak, yaşlanmak ve sonra da ölüp gitmek gibi değişik beş safha meydana gelmektedir. Artık büyük bir nimet olan bu safhalara bir karşılık olmak ve insanın maddî çalışmaları ile manevî çalışmaları arasında bir denge kurabilmek için, beş vakitte kılınan namazlardan daha yüksek ve daha faziletli bir çare bulunamaz. Bizleri bu kutsal ibadetle yükümlü olmak şerefine ulaştıran ikramı çok bol mabudumuza ne kadar şükretsek yine azdır.
(*)Bu vakitlerin güzelce anlaşılabilmesi için bazı deyimleri bilmek gerekir. Şöyle ki: Gündüz vaktine Arabça "Nehar" denir. Nehar iki kısımdır. Biri Nehar-ı Şerî (Şer'î Gündüz)'dir ki, fecr-i sadıktan güneşin batışına kadar devam eder. Diğeri de, Nehar-ı Örfî (Örfî Gündüz)'dir. Bu da güneşin doğuşundan batışına kadar olan zamandır ve nehar-i şer'î'den kısadır.
Öğle vakti, güneşin zevalinin hemen arkasından başlar. Zeval ise, örfî gündüzün tam ortasına rastlar. Bir örfî gündüz on saat kabul edilse, tam beşte zeval vakti olmuş olur ve görünüşe göre güneş yolun yarısını almış sayılır. Artık her şeyin gölgesi doğudan batıya doğru düşmekte iken, bundan sonra batıdan doğuya doğru düşmeye başlar. İşte güneşin tam bu yarı yola geldiği anda, her şeyin yere düşen gölgesine de, "Fey-i Zeval" denir. Fey, aslında dönme manasınadır. Gölge, batıdan doğuya dönmeye başladığı için bu adı almıştır. Şimdi tam bu zeval anında güneşe karşı dikilmiş olan bir metre uzunluğundaki bir şeyin gölgesini yarım metre kabul ediniz. Bu bir fey'î zevaldir. Bundan sonra o şeyin gölgesini iki metre daha uzayıp artarsa, yani gölgesi iki buçuk metre olursa, asr-i sani olmuştur. İmam Azam'a göre, öğle vakti çıkmış ve ikindi vakti girmiştir. Fey-i zeval, bulunulan zaman ve yere göre uzayabilir ve kısalabilir, belirsiz de olabilir.
Şunu da ilave edelim ki, tam bu zeval anına rastlayan bir namaz caiz değildir. Bu bir kerahet vaktidir. Fakat namazın caiz olmadığı bu kerahet zamanı, pek az bir vakte mi mahsustur; yoksa bundan biraz öncesinden mi başlar? Burada iki görüş vardır: Bir görüşe göre, burada örfî gündüz esastır. Bu bakımdan tam zeval vaktine "İstiva vakti" denir ki, güneş-gündüz yarısı dairesi üstünde, herkesin tam başı üstünde bulunur veya o hizaya gelmiş gibi görülür. İşte kerahet vakti de bu andan ibaret olmuş olur.
Fakat diğer bir görüşe göre bu kerahet vaktinin belirlenmesinde esas olan şer'î gündüzdür. Şer'î gündüzde istiva vakti, zeval vaktinden biraz önce meydana gelir. Buna göre kerahet zamanı da, bu istiva vaktinden zeval vaktine kadar uzayan müddet olur. Örnek: Ocak ayının birinci günü, fecr-i sadıkın doğuşu ezanî saatle 12.50 de olsa, güneşin batışı da 12'de olacağına göre, şer'î gündüz süresi 11 saat 10 dakika olur. Bu günde güneşin doğuşu 2.35'de olacağından örfî gündüzün süresi 9 saat 25 dakika olur. Bu durumda Şer'î gündüzün yarısı, yani istiva zamanı fecirden 5 saat 35 dakika sonra olup güneşin doğuşundan 3 saat 50 dakika sonraya raslar. Bu bakımdan şer'î gündüzün yarısı zeval vaktinden 52 dakika önce olmuş olur. işte bu 52 dakikalık süre bir kerahet zamanıdır. Harzem fıkıh alimlerinin görüşü böyledir. Mekruh vakitler bölümüne bakılsın.
Kıbleye Yönelmek
31- Namazda Kabe'ye doğru yönelmek de bir şarttır. Bilindiği gibi Kabe, Mekke şehrindeki bir binadan ibaret değil, asıl olan bu binanın yeridir. Bu mübarek yerin göklere doğru üst tarafı ve derinliklere doğru alt tarafı hep kıble yönüdür. Bunun için Kabe'nin yanında veya içinde bulunanlar, Kabe'nin herhangi bir tarafına yönelerek namaz kılabilirler. Cemaatle namaz kıldıkları zaman da, imam ile cemaatin bir tarafta bulunması gerekmez. İmam Kabe'nin bir yönüne, cemaat da diğer yönlerine yönelerek namaz kılabilirler. Yeter ki imamın bulunduğu tarafta duran cemaat, imamdan daha ileride bulunmuş olmasın. Diğer yönlerdeki cemaatin, imamdan Kabe'ye daha yakın bulunmaları, imama uymalanna engel olmaz. İmam ile yüz yüze gelmemeleri kafidir.
Kabe dışında uzakta bulunanların tam kıbleye yönelik olarak namaz kılmaları farz değildir; Kabe tarafına yönelmeleri yeterlidir. Bu kadarı farzdır.
32- Kabe yönü, pusula aleti ile tayin edilir. Mescidlerin ve camilerin mihrabları Kabe yönünü gösterir. Öncekilerden kalma eski bir mihrab varsa, Kabe yönünü araştırmaya gerek kalmaz; çünkü bu mihrablar usulüne uygun olarak yapılmıştır.
Doğu ülkelerinde bulunanların kıblesi, batı yönü olur.
33- Namaz için kıbleye yönelince, "döndüm kıbleye" denilmesi gerekmez. Yeter ki kıblenin Kabe olduğu bilinsin. Zayıf bir görüşe göre de, döndüm kıbleye denmesi gerekir.
34- Bir kimse namazda iken bir özür bulunmaksızın göğsünü kıbleden çevirse, namazı ittifakla bozulur. Sadece yüzünü çevirse, hemen kıbleye dönmesi gerekir; bununla namazı bozulmaz. Fakat harama yakın bir kerahet işlemiş olur.
35- Bir kimse hasta olup da kıble tarafına dönemediği ve kendisini kıble tarafına çevirecek kimse bulunmadığı zaman gücü yettiği tarafa doğru namazını kılar. Yine hasta olmadığı halde, bir düşman veya bir yırtıcı hayvan korkusundan dolayı kıbleye yönelemeyen kimse, gücü yettiği tarafa doğru namazını kılar; çünkü yükümlülük güce göre olur.
36- Yerin çamurundan dolayı hayvan üzerinde namaz kılan kimse, arkadaşlarından ayrılmak korkusu bulunmayınca, hayvanını durdurup kıbleye dönerek namazını kılar. Fakat yer çamurlu olmayıp da yalnız ıslanmış bulunsa, hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz, yere inilmesi gerekir. Ancak arkadaşlarından uzak kalmak gibi bir tehlike bulunursa, hayvan üzerinde farz namazı kılabilir.
37- Bir kimse, bir özür sebebiyle farz olan bir namazı yere inmeden hayvan üzerinde kıldığı zaman, gücü yettiği tarafa yönelerek namaz kılabilir. Fakat kıbleye doğru yürümekte olan bir hayvan üzerindeki insanın namazı, o hayvanın kıble yönünden bir rükün yerine getirilecek kadar dönmesi ile bozulur.
38- Kıble yönünü bilmeyen ve yanında soracak bir adam bulamayan kimse, araştırma yapar. Bazı işaretlere, güneşe ve yıldızlara bakarak kıble yönünü araştırır da kanaat getirdiği tarafa doğru namazını kılar. Namazını tamamladıktan sonra kıble yönünü belirlemede hata ettiğini anlarsa, artık o namazı iade etmez. Fakat namaz içinde iken kıble yönünü bilecek olsa, o tarafa dönerek namazını tamamlar; yeniden kılması gerekmez. Kıble yönü üzerindeki şüphe, ister şehir içinde, ister kırda, ister karanlık gecede ve gündüz vaktinde olsun, durum aynıdır. Böyle bir kimsenin kapıları çalıp kıbleyi sorması gerekmez.
39- Bir kimse kıble yönünden şüphelense ve yanında kıbleyi bilen bir adam olduğu halde ondan sormayarak kendi araştırmasına göre bir tarafa yönelerek namaz kılsa, eğer gerçekten isabet etmişse namazı sahih olur; fakat isabet etmemişse namazı sahih olmaz. Gözleri görmeyenin durumu da böyledir. Kıble konusunda güvenilir bir kimsenin sözü, insanın kendi kanaatine uymasa bile, onu tutmak gerekir. Çünkü haber verme, araştırmadan daha kuvvetlidir.
40- Kıble yönünden şüphe eden kimse, araştırma yapmaksızın bir tarafa doğru namaz kılmaya başladıktan sonra namaz içinde kıbleye isabet ettiğini anlarsa, namazını iade eder. Tam bir inançla kılacağı geri kalmış rekatları, şüphe ile kılmaya başladığı rekatlar üzerine bina edemez; çünkü kuvvetli, zayıf üzerine bina edilmez. Fakat namazını bitirdikten sonra isabetini anlarsa, namazı iade gerekmez; çünkü rekatların hepsi aynı bir halde kılınmış olur.
İmam Ebû Yusuf a göre, her iki halde de iade gerekmez.
41- Kıble yönünden şüpheye düşen kimse, araştırma yaptığı halde "kanaatına aykırı" bir tarafa yönelerek namazını kılsa sahih olmaz. Bu durumda kıbleye isabet etmiş bile olsa, namazını iade etmesi gerekir.
İmam Ebû Yusuf'a göre, kıbleye isabet etmişse, namazı iade etmek gerekmez.
42- Kıble yönü üzerinde ihtilafa düşen kimseler, yalnız başına olarak namazlarını kılarlar. İmama uydukları takdirde, imamın kanaatına aykın bulunanların namazı sahih olmaz.
43- Bir gemi içinde namaz kılan kimse gücü yetiyorsa kıbleye doğru kılar; istediği tarafa doğru kılamaz. Gemi her döndükçe, onun da kıbleye doğru dönmesi gerekir.
44- Bir kimse abdestsiz olduğunu sanarak kılmakta olduğu namazdan ayrıldıktan sonra, mescitten çıkmamış olsa bile, abdestli olduğunu hatırlamış olsa, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescitte namaz kılarken kendisinde abdestsizlik hali olduğunu sanarak kıbleden ayrılsa da, mescidden çıkmadan önce kendisinde abdestsizlik hali olmadığını anlasa, İmam Azam'a göre namazı bozulmuş olmaz; mescidden çıktıktan sonra anlarsa, ittifakla namazı bozulur, çünkü bir özür bulunmaksızın yerin değişmesi namazı hükümsüz kılar.
45- Nafile namazlara gelince: Bir kimse, nafile bir namazı şehir dışında, bir özür olmaksızın hayvan üzerinde istediği yöne doğru kılabilir. İmam Ebû Yusuf'a göre, şehir içinde de bu şekilde nafile namaz kerahetsiz kılınabilir. İmam Muhammed'e göre ise, şehir dahilinde böyle nafile namaz kılmak kerahetle caizdir.
Şehir dışından maksad, sefer hükmünün başlamasıyla namazın iki rekat olarak kılınabileceği yer demektir. (Misafir bölümüne bakılsın.)
46- Bir kimse, kıbleden başka bir tarafa yönelik olarak, bir rekat namaz kılmış olan bir körü, kıble yönüne çevirip de ona uyacak olsa, bakılır; Eğer kör, kıbleyi soracak bir kimse bulunduğu halde sormadan namaza başlamış ise, ikisininde namazı sahih olmaz. Eğer soracak adam yok ise, körün namazı sahih olur, ona uyan adamınki sahih olmaz.
Müslümanların, namazlarını kılarlarken en eski ve en mukaddes mabed olan Kabe'ye yönelmeleri, aralarındaki birliği canlandırmak, düzeni sağlamak ve gönüllerini müşterek bir ibadet duygusu ile ferahlandırmak, ibadet nuru ile aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır.
Setr-i Avret (Ayıp Yerleri Örtmek)
22- Namazda avret yerini örtmek bir şarttır. Şöyle ki: Namazda örtülmesi farz olan ve başkalarının bakmaları caiz bulunmayan organlara "Avret yeri" denir. Erkeklerin avret sayılan yerleri, göbekleri altından dizleri altına kadar olan yerdir. Diz kapakları da bu avret sayılan yere girer.
Kadınlara gelince: Hür olan kadınların yüzleri ile ellerinden başka, bütün bedenleri avrettir. Yüzleri ile elleri, namazda ve namaz dışında, fitne korkusu olmadıkça avret değildir. Ayaklarının avret olup olmaması ihtilaflıdır. Sahih kabul edilen görüşe göre, kadınların ayakları da avret değildir. Çünkü bunlarla yolda yürümek ihtiyacı vardır. Bu bakımdan bunları örtmek, hele fakirler için, zordur.
Hadesten ve Necasetten Taharet
21- Namazdan önce hadesten ve necasetten taharet birer şarttır. Bunlar bulunmadıkça namaz sahih olmaz. Hükmî necaset denilen hadesten, abdesti veya guslü gerektiren hallerden temiz bulunmak gerektiği gibi, hakikî necaset denilip maddeten pis bulunan şeylerden temiz bulunmak da gerekir. Öyle ki, namaz kılacak kimsenin bedeni ile elbisesi ve namaz kılacağı yer temiz olacaktır. Bu iki şartla ilgili ikinci kitabın (93 ve 95.) meselelerine bakılsın.
Namazların Farzları, Şartları, Rükünleri
19- Namazların farzları on ikidir. Bunlardan altısı, daha namaza başlamadan önce yapılması gereken farzlardır ki, şunlardır:
1) Hadesten taharet,
2) Necasetten taharet,
3) Setr-i avret,
4) Kıbleye yönelmek,
5) Vakit,
6) Niyet.
Diğer altısı da, namazın başlangıcından itibaren bulunması gereken farzlardır ve şunlardır:
1) İftitah (namaza girme) tekbiri,
2) Kıyam,
3) Kıraat,
4) Rükû,
5) Sücud,
6) Kaide-i ahire (son oturuş).
Bunlara da "Namazın rükünleri" denir. Bunlar namazın aslını ve temelini teşkil ederler.
20- Yukarda sayılan on iki farzdan başka, namazda "Tadil-i Erkan"a riayet edilmesi, İmam Ebû Yusuf ile üç İmama göre, farz olduğu gibi, namazlardan kendi iradesi ile çıkmak da İmam Azam'a göre bir farzdır. Buna "Huruç bisun'ihi = Kendi isteği ile çıkmak" denir. Bunlarla namazın rükünleri sekiz olmuş olur. Bunlar da sırası ile açıklanacaktır.
Namazların Nevileri ve Rekâtları
17- Namazlar, farz, vacib, sünnet ve müstahab nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Aklı yerinde olan ve büluğ çağına eren her müslümanın günde beş defa belli vakitlerde belli rekâtlarla kılacağı namazlar, birer farzı ayndır. Cuma namazı da bu kısımdandır. Vitir ve bayram namazları birer vacibdir. Farz namazlardan önce veya sonra yahut hem önce, hem de sonra kılınan bir kısım namazlar birer sünnettir. Teravih namazı da böyledir. Diğer vakitlerde sadece Allah'ın rızası için kılınan ve nafile (tatavvu) denilen bir kısım namazlar da, ya birer sünnet veya müstahabdır. Kuşluk namazı gibi.
Namazla İlgili Bazı Deyimler
6- Salât: Namaz demektir. Çoğulu "Salâvat"dır. Salât, sözlükte dua manasındadır. Din deyiminde, bildiğimiz ibadetten, erkân ve zikirlerden ibarettir. Namaz kılana, "Müsalli" denir.
Bir de "Salât", Peygamber efendimize şu şekilde yapılan dua manasına da gelir: "Allahümme salli ve selim alâ seyyidina Muhammedin ve alâ ali seyyidina Muhammed = Allah'ım! Efendimiz Muhammed'e ve onun ailesine selamet ve rahmet ihsan buyur." Bu salat ve selamdan maksad, Peygamber efendimizin hem dünyada, hem de ahirette her türlü ikrama kavuşmasını istemekten ve bu vesile ile kendisine olan bağlılığımızı ve saygımızı göstermekten ibarettir.
7- Tekbir: "Allahü Ekber" demektir.
8- Kıyam: Ayakta durmaktır.
9- Kıraat: Kur'an-ı Kerîm'den bir mikdar okumak demektir.
10- Rükû: Sözlükte eğilmek demektir. Din deyiminde, namazdaki okuyuştan sonra eğilerek baş ve sırtı düz bir şekle getirmektir.
11- Kaveme: Rükû halinden doğrulup da bir defa "Sübhane Rabbiyel'azim" diyecek kadar ayakta durmaktır.
12- Secde: Namaz kılarken yere eğilerek yüzün bir kısmını, Yüce Allah'a saygı için yere koymaktır. Arka arkaya yapılan iki secdeye "Secdeteyn" denir. "Sücûd" sözü de secde etmek ve secdeler manasına gelir.
13- Celse: İki secde arasında bir defa "Sübhane Rabbiyel'azim" diyecek kadar oturmaktır.
14- Ka'de: Namazda teşehhüd için, "Ettehiyyatü lillâhi"yi okumak için oturmaktır. Bir namazda iki defa oturulursa, birinci oturuşta "Kade-i Ûlâ = İlk otururş", ikincisine de: "Kade-i Ahire = son oturuş" denir.
15- Rek'at: Namazın bölüklerinden her biri demektir. Şöyle ki: Bir namazda kıyam, rükû ve iki secdenin toplamı bir rekattır. Bir namazda iki kıyam, iki rükû ve dört secde bulunursa, o namaz iki rekatlı olur. Üç veya dört kıyam bulunursa, o namaz üç veya dört rekatlı olur.
16- Şef: Çift manasında olup namazların her iki rekâtına denir. Dört rekâtlı bir namazın önceki iki rekatına "birinci şef" son iki rekatına da "ikinci şef" denir. Üç rekatlı bir namazın üçüncü rekatı da, "ikinci şef" demektir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)