Kıyamet Ve Alametleri

Ebu'z-Zübeyr, Hz. Câbir radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bugün doğmuş (canlı olan) hiçbir nefis yoktur ki, yüz sene sonra ölmemiş olsun." (Râvi der ki:) "Bununla ömrün kısalması kastedilmiştir." Müslim, Fezailu's-sahâbe 218, (2538); Tirmizi, Fiten 64, (2251).

Esmaü'l Hüsna

Allah الله Kendisinden başka ilah olmayan "O" ilah. El-İlah'dan türemiştir.Diğer isimleri kapsar.

Namaz Ve Abdest

Namaz Müminlerin Miracıdır. - Secde hâli kulun ALLAH`a en yakın olduğu hâldir - Abdest insanın abdest organlarındaki kirleri temizlediği gibi günah kirlerinden de temizler

Dualar

Kim, Müslüman Kardeşinin Arkasından Dûa Ederse, Melekler, Dûa Eden Kişi İçin De Âmin! Aynısı Sana Da Olsun! Derler…

Hadis-i Şerifler

Ebu Sa'îd İbnu Mâlik İbni Sinân el-Hudrî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır." Ebu Sa'îd der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa, 40). Tirmizî Sıfatu Cehennem 10, (2601). Tirmizî hadis için "sahihtir" demiştir.

30 Nis 2008

Resimli Elif-ba

Elif-ba

Esma-ül Hüsna Resmi


29 Nis 2008

Zülkarneyn'in Seddi


Hazreti Zülkarneyn Allahü Teâlâ'nın kendisine verdiği ilim ve hikmetle muhtelif kavimleri irşadla vazifelendirildi. Allahü Teâlâ yer yüzünde kendisi için bir hayli kuvvet ve kudret tahsis etti. Ona her şeyden önce yüksek gayesine eriştirecek maddî ve manevî vasıtalar ihsan etti.

Hazreti Zülkarneyn Allahü Teâlâ'nın kendisine verdiği bu büyük vâsıtalarla ilk önce garba doğru bir yol takip etti. Tâ gün batısına, batının iskân olunan mıntıkasına vardı. Oraya vardığı zaman güneşi balçıklı bir su havzası içine batıyor gibi gördü. Ve orada bir kavim buldu. Hazreti Allah kendisine:

Hz. Eyyüb'un Sabrı

Allahü Teâlâ'nın has kulu Eyyûb aleyhisselâm, îshak aleyhisselâmın oğlu lys'in oğullarından olup Yûsuf aleyhisselâm ile çağdaş bulunuyordu. Geniş serveti, arazisi, sürüleri ve çok evlâdı vardı. Allahü Teâlâ'nın bu nimetlerine karşı şükrünü tam ifa eder, gece ve gündüzünü ibadetle geçirirdi.

Fakat onun bu ibâdet ve tâatlerini hazmedemeyen Şeytan, kendisine mal ve evlâd acısı, azabda elem, meşakkat ve bedende zahmet ile dokunmuştu. Bütün bunlara karşı senelerce gösterdiği büyük sabrın nihayetinde Rabbına şöyle nida etti:

Hz. Hazkil'in Ölüleri Diriltmesi


Hazkil aleyhisselâm'ın diğer bir lakabı da Zülkifl olup Hz. Eyyub' un oğullarından Şeref olduğu bildirilmiştir. Kendisi Şam diyarında hakk'ı tebliğde bulunmuştu.

Vaktiyle İrak'ta Vasıt tarafında Dâverdân denilir bir kasaba varmış. Orada veba salgını olmuş, ahalisi bundan kaçmak için memleketlerinden çıkmışlar, fakat hep telef olmuşlar. Sonra Allahü Teâlâ onlara yine hayat vermiş. Bir de israil Oğullarından cihadla emrolunan bir kavim muharebeden korkup vatanlarından çıkmışlar, kaçmışlar, fakat yine ölmüşler, perişan olmuşlar. Nihayet Allahü Teâlâ onlara tekrar hayat vermiş, Allah yolunda muharebe etmelerini emretmiş.

Hz. Yunus Ve Balık

Yunus aleyhisselâm, Allahü Teâlâ tarafından Asur medeniyeti merkezlerinden Ninova ahalisini doğru yola davet için memur edilmişti. Ninovalılar büyük bir şer ve fesad içerisinde olduklarından Allah'ın elçisinin sözlerine kulaklarını tıkadılar. Hz. Yunus bunun üzerine çok gadaplandı, kızdı ve Allahü Teâlâ'dan izin gelmesini beklemeden orayı terkedip kaçtı, Yafa'ya geldi, sahiplerinin Tersis'e gitmek istedikleri bir dolu gemi buldu, ücretini verdi ve gemiye bindi. Yolculuk devam ederken büyük bir fırtına koptu, dalgalar çoğaldı; gemi batacak hale geldi. Gemiciler telâşa kapıldılar, gemiyi hafifletmek için ağır eşyaları denize atmaya başladılar. O sırada Yunus aleyhisselâm da geminin altına inmiş uykuya dalmıştı. Kaptan durumdan haberdar edip «Rabbına dua et, ola ki bizi bu halden kurtarır da helak etmez» dedi. Gemidekiler, 'bize bu felâket kimin sebebiyle geldi? Bunu bilmek için aramızda kur'a atalım', dediler, Atılan kur'a Hz. Yunus'a düşmüştü, bunun üzerine; «Anlat bize, sen ne yaptın, nereden gelip nereye gidiyorsun, hangi köyden hangi soydansın?» dediler. O vakit onlara «Ha ben karayı ve denizi yaratan göklerin ilâhı Rabbın kuluyum» dedi ve başından geçen hâdiseyi anlattı. Onun üzerine gemidekiler çok korktular ve «Niye öyle yaptın?» diye kendisini ayıpladılar. Sonra ona, «Bu denizin durulması için sana ne yapalım?» dediler. Yunus aleyhisselâm da «Beni denize atın fırtına durur, çünkü bu büyük fırtına benim için oldu» diye cevap verdi. Adamlar buna rağmen gemiyi karaya çekmek istediler, muvaffak olamadılar. Nihayet Hz. Yunus'u tuttular, gemide bulunanların kurtulması için kendi rızasıyla denize attılar, derhal deniz duruldu. Ve büyük bir balık, Allahü Teâlâ'nın emriyle Hz. Yunus'u yuttu.

Yunus aleyhisselâm balığın kanunda hatasını anladığı, Rabbından izin almadan kavmine kızıp kaçtığı için kendini çok ayıplıyor, kınıyor, pişman oluyor; «Allahım, senden başka ilâh yoktur, teşbih ancak sanadır, muhakkak ki ben haddini aşanlardan oldum.» diye nida ediyordu. Fakat sadece burada değil, öteden beri Rabbına teşbih ile zikredicilerden olduğu için balığın karnında üç gün üç gece kaldı ki, bu Allahü Teâlâ'nın bir peygamberini hapsedişinin bir ifadesiydi. Allahü Teâlâ'yı öteden beri teşbih ettiği için mahlûkatın tekrar diriliş gününe kadar burada kalması mümkün iken, kalmadı ve böyle kısa bir müddetten sonra yine Allahü Teâlâ'nın emriyle balık tarafından açık, boş bir sahaya bırakıldı.

Yunus aleyhisselâm balığın karnından karaya çıktığı zaman hasta bir halde idi ve Allahü Teâlâ kendisine bir siper olarak, üzerinde bal kabağı cinsinden bur bitki bitirdi, orada istirahat etti. Daha sonra kaçtığı kavmine hakkı bildirmesi için tekrar memur edildi ki, onların nüfusu yüz bini geçiyordu. Hz. Yunus kavmini Allah'ın azabını haber vererek îmana davet etti. Onlar da bunun üzerine yeis halinde îman ettiler ve bir zamana kadar ömür sürdüler.

Hz. Yunus kıssasında dikkate şayan bir husus vardır ki, o da yeis halinde îmanın makbul geçmesi, yalnız Yunus aleyhisselâmın kavmine mahsus olmasıdır.

* * *

Hz. Yusuf'un Güzel Kıssası

Hazreti Yakup, on iki oğlundan en küçüğü olan Yusuf aleyhisselâmı ileride kendisine peygamberlik rütbesi verileceğini bildiği ve onda bu sebeple üstün meziyetler gördüğü için daha çok seviyor ve ayrı bir alâka gösteriyordu.

Bir gün Yusuf aleyhisselâm babasına dedi ki:

— Ey babacığım, ben rüyada on bir yıldız ile Güneş'i ve Ay'ı gördüm. Gördüm onları ki, bana secde ediyorlar!

Yakub aleyhisselâm ise şöyle dedi:

— Yavrum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü Şeytan insana belli bir düşmandır. Ve işte böyle rüyada gördüğün gibi o yüksek ve parlak Semâ varlıklarının sana secde etmeleri misâline benzer eşsiz bir seçiş ile Rabbin seni derleyip toplayıp ayırarak halkın en şereflilerinin en yüksek makamında bulunan zatların üstünde parlak bir makama getirecek. Yani rüya, istikbalin bir misâlini görmektir. O misâl âleminde o büyük büyük yüksek cisimlerin sana secde eder halde görünmesi temsil ve teşbih yoluyla şuna delâlet eder ki, ileride Rabbin sana Peygamberlik verecek ve büyük büyük insanları senin emrinde kılacak, onları sana boyun eğdirecek. Ve sana kişide meydana gelen ve meydana geliş cihetiyle alâkası gizli bulunan sözlerin hadisedeki meallerini tâyin etmek, rüya tabir eylemek veya vahiy ve ilâhî işaretlerin kolay anlaşılmayan inceliklerini anlamak veyahut onlardan ileride varacağı hakikati anlamak ilminden şanlı bir hisse verecek ve binaenaleyh sen de benim bu söylediklerimin hak olduğuna muttali olacaksın ve kesbî ilimle değil vehbî ilimle böyle tâbirler tefsirler yapıp şan alacaksın. Hem sana hem Yakub Oğullarına nimetini tamamlayacak ki, daha önce iki atan ibrahim ve Ishak'a tamamladığı gibi. Rabbin seni böylece peygamberliğe muvaffak kılmış Dünya ve Ahiret'te tam bir şeref ve şana mazhar kılmıştır. Şüphe yok ki Rabbin bir Alîm'-dir, bir Hakîm'dir. Her şeyi bilir, olmuşu da bilir, olacağı da bilir ve yaptığını ilim ve hikmetle yapar. Onun için kimin seçilmeye lâyık olduğunu da bilir.

İşte rüyanın kısaca tevili bu idi. Tafsilâtlı olarak tevili ise ileride meydana gelecek hâdiselerdi.

Hazreti Yusuf'un ana ve baba kardeşi olan bir kardeşi vardı ki, ismi Bünyamin idi. Diğer on kardeşi ise yalnız baba bir kardeşleri idi. Bu on kardeş de kendileri ile ana ve baba bir kardeş olmayan Hazreti Yusuf ile Bünyamin'i kendilerinden adetâ kardeş saymayarak «Yusuf ve biraderi» diye tâbir ederek onlardan bahsederlerdi.

Yusuf aleyhisselâmın üvey kardeşleri bir gün toplanıp dediler ki:

— Yusuf ve biraderi babamıza bizden daha sevgili, biz ise birbirimizi çok iyi tutan bir kuvvetiz. Doğrusu babamız, belli ki yanılıyor. Yusuf'u öldürün yahut bir yere atın ki, babanızın yüzü size kalsın ve ondan sonra iyi bir kavim olasınız.

İçlerinden bir söz sahibi:

— Yusuf'u öldürmeyin de bir kuyu dibinde bırakın ki, kafilenin biri onu bir buluntu olarak bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın! dedi.

Bu teklifi uygun gören kardeşler, Yakub aleyhisselâm'a vardılar ve:

— Ey bizim pederimiz! Sen neden Yusuf hakkında bize inanmıyor, onu bize güvenmiyorsunuz? Cidden biz onun için ricacıyız ki, yarın onu bizimle beraber gönder, gezsin, oynasın. Şüphesiz biz onu gözetiriz. Kendisine bir şey olmaz! dediler.

Yakub aleyhisselâm:

— Beni, onu götürmeniz her halde mahzun eder. Korkarım ki onu kurt yer de haberiniz olmaz! diye endişesini anlattı. Onlar:

— Allah'a yemin olsun ki, biz birbirimize bağlı bir kuvvet iken, onu kurt yerse, böyle bir şey oluverse, biz o durumda çok hüsran çekeriz, diye cevap verdiler ve Yusuf aleyhisselâmı beraberlerinde götürmeye babalarını razı ettiler.

Bunun üzerine vaktâ ki, onu götürdüler ve kuyunun dibine koymaya karar verdiler. Fakat âlemlerin sahibi Allahü Teâlâ, Yusuf aleyhisselâma şöyle vahyetti:

— Yemîn olsun ki, sen onlara hiç farkında değiller iken, bu işlerini haber vereceksin!

Böylece kardeşleri Yusuf aleyhisselâmı kuyunun dibine bıraktılar ve yatsı vakti ağlayarak babaları Yakup aleyhisselâm'ın yanına geldiler, dediler ki:

— Ey pederimiz, biz gittik yarış ediyorduk, Yusuf'u eşyamızın yanında bırakmıştık. Bir de baktık ki, onu kurt yemiş. Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmazsın. Bir de Yusuf aleyhisselâmın gömleğinin üzerinde yalan bir kan getirmişlerdi.

Yakub aleyhisselâm:

— Yok, dedi. Nefisleriniz sizleri aldatmış ve bir işe sevketmiş. Artık bir sabr-ı cemil ve Allah'dır ancak yardımına sığınılacak, sizin bu söylediklerinize karşı, diye söyledi.

Yusuf aleyhisselâm bu halde kuyu içerisinde beklerken, öteden bir kafile gelmiş, kuyuya sucularını göndermişlerdi. Sucu geldi, kovasını kuyunun içine saldı:

— A... Müjde, bu bir oğlan! diye bağırdı.

Kafile Yusuf aleyhisselâmı tuttular, ticaret için gizlediler. Sonunda değersiz bir bahâ ile onu bir kaç dirheme sattılar. Hakkında rağbetsiz davranıyorlardı. Onu satın alan kimse ise Mısır Azizi

yani veziri İtfir idi. Kendisinin zürriyeti olmayıp zevcesi Züleyha ise bakire bulunuyordu. Itfır, Yusuf aleyhisselâmı zevcesine getirip:

— Buna güzel bak! Umulur ki, bize faydası olacaktır. Yahut evlât ediniriz kendisini, diye söyledi.

Yusuf aleyhisselâm kemal çağına erdiği zaman Allahü Teâlâ kendisine hikmet ve peygamberlik ilmi bahşetti. O, öyle erişti, derken hanesinde bulunduğu hanım onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları kilitleyip:

— Haydi seninim! dedi.

Yusuf aleyhisselâm ise bu teklif karşısında:

— Allah'a sığınırım! Doğrusu o benim efendim, bana güzel baktı. Allah korusun o iyiliğe karşı böyle şey mi olur? Doğrusu zalimler felah bulmaz. Döşeğe hainlik etmek, iyiliğe karşı kötülük, ihsana nankörlük zulümdür. Senin dediğini yaparsak ikimiz de felah bulmayız.

Yusuf aleyhisselâmın efendisinin hanımı Züleyha ise cidden ona niyetini kurmuş, ona tamamen gönlünü vermiş, bütün gayretiyle ona kavuşmaya azmetmişti. Yusuf aleyhisselâm da ona kasdedip gitmişti amma Râbbinin âyetini görmeseydi. Hazreti Yusuf hanımın arzusuna muvafakat etmedi amma bu onun erkeklik his ve kuvvetinin eksikliği gibi tabiatından bir noksanlık olduğundan dolayı değil, Rabbinin delilini yani bu işin haram olduğunu, çirkinliğini bütün hakikatiyle o anda bile müşahede ediyordu da kaçınıyordu. Yoksa bu helâl olsa idi, o da ona azmetmiş gitmişti.

Vuslat olmayınca ikisi bir kapıya koştular, Züleyha Yusuf aleyhisselâmın gömleğini arkasından yırttı. Kapının yanında Züleyha'nın beyine rastgeldiler ve Züleyha hemen:

— Senin ehline fenalık yapmak isteyenin cezası zindana konulmaktan, veya elîm bir azâbdan başka nedir? diye suçu Yusuf aleyhisselâmın üzerine atmaya kalkıştı.

Hazreti Yusuf bu itham karşısında:

— O kendisi, benim nefsimden arzu almak istedi, diye bunu reddetti.

Hâdisenin böyle gelişmesinden sonra kimin suçlu olup olmadığı araştırılmaya başlanınca, Züleyha'nın yakınlarından bir şahid de şöyle şahidlik etti:

— Eğer Yusuf'un gömleği önden yırtılmış ise, Züleyha doğru söylüyor da Yusuf yalancılardandır. Yok eğer gömlek arkadan yırtılmış ise, Züleyha yalan söylemiş de Yusuf doğrulardandır, dedi.

Zira odadan önce Yusuf aleyhisselâm kaçmak istemiş, Züleyha ise onun gömleğini arkadan tutarak çekiştirmiş ve çıkmasını önlemek istemiş idi. Bu çekişme sırasında da gömlek yırtılmıştı.

Aziz baktı ki Yusuf aleyhisselâmın gömleği arkasından yırtılmış:

— Anlaşıldı, dedi. O, siz kadınların hilenizden, her halde sizin hileniz çok büyük. Yusuf, sakın bundan hiç bahsetme, sen de kadın, günahına istiğfar et. Cidden sen büyük günahkârlardan oldun! diye söyledi.

Fakat şehirde bir takım kadınlar da:

— Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murad istiyormuş, ona aşkından yüreğinin zarı çatlamış, kadın besbelli çıldırmış diye konuşmaya başladılar.

Züleyha kadınların bu gizliden gizliye yaptıkları dedikodularını işittiği zaman, onlara dâvetçi gönderdi ve kendileri için dayalı döşeli bir sofra hazırladı. Kadınların her birinin eline de birer bıçak verdi. Beri taraftan da Yusuf aleyhisselâm'a:

— Çık karşılarına! dedi.

Kadınlar Yusuf aleyhisselâmı o güzelik içerisinde görür görmez çok büyüttüler, ona hayran hayran bakacağız diye ellerini doğradılar ve:

— Hâşâ, dediler. Allah için bu bir insan değil, apaçık bir güzel Melek!

Bunun üzerine Züleyha:

— İşte bu gördüğünüz, hakkında beni kötülediğinizdir. Yemîn ederim ki, ben bunun nefsinden murad istedim de o temiz bir fikirle bundan kaçındı. Yine yemîn ederim ki, eğer emrimi yerine getirmezse mutlak zindana atılacak ve mutlak, muhakkak zelillerden olacaktır! dedi.

Bu durum karşısında Yusuf aleyhisselâm:

— Ey Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri işten daha sevimli, eğer sen benden bu kadınların tuzaklarını uzaklaştırmazsan, ben onların sevdasına düşerim ve cahillerden olurum, diye niyaz etti.

Bunun üzerine Allahü Teâlâ duasını kabul buyurdu da, o kadınların tuzaklarını bertaraf etti. Hakikat o, öyle işitici, öyle bilicidir.

Sonra bu kadar delilleri gördükleri halde, Aziz ve "adamlarına şu görüş galip geldi:

— Her halükarda Yusuf'u bir müddet zindana atsınlar!

Yusuf aleyhisselâm ile beraber zindana iki delikanlı daha girmişti. Birisi:

— Ben kendimi rüyada görüyorum ki, şarap sıkıyorum, dedi.

Diğeri de:

— Ben rüyada kendimi görüyorum ki, başımın üzerinde ekmek götürüyorum, onu da kuşlar yiyor, dedi ve bize bunların tâbirini haber ver! Çünkü biz seni mahsûllerden olarak görüyoruz, diye söylediler.

Hazreti Yusuf dedi ki:

— Size rızıklanacağınız bir yiyecek gelecek de, her hâlde o gelmezden önce ben size bunun tâbirini haber vermiş bulunurum. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Çünkü ben, Allah'a inanmayan ve hep âhireti inkâr edenlerden ibaret bulunan bir kavmin milletini bıraktım. Atalarım İbrahim ve İshak ve Yakub'un milletine uydum. Bizim Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmamız olmaz. Bu bize ve insanlara Allah'ın bir fazlıdır. Lâkin insanların ekserisi şükretmezler.

Ey benim, zindan arkadaşlarım, değişik bir çek ilâhlar mı hayırlıdır, yoksa hepsine galip ve kahhar olan bir Allah mı? Sizin Allah'dan başka taptıklarınız bir takım kuru isimlerden ibarettir ki, onları siz ve atalarınız takmışınızdır. Yoksa, Allah, onlara öyle bir saltanat indirmemiştir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, size kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. Doğru ve sabit din budur. Lâkin insanların çoğu bilmezler.

Ey benim zindan arkadaşlarım! Gelelim rüyanıza: Biriniz efendisine yine şarap sunacak, diğeri de asılacak, kuşlar başından yiyecek, işte fetvasını istediğiniz emir hâllölundu.

Bir de bunlardan, kurtulacağını zannettiğine, Efendinin yanında beni an,- diye söyledi. O kimseye de Şeytan, efendisine söylemeyi unutturdu da Yusuf aleyhisselâm senelerce zindanda kaldı.

Fakat Allahü Teâlâ kurtuluşunu murad ettiği zaman da bakın nasıl bir sebep yarattı:

Bir gün hükümdar:

— Ben rüyada görüyorum ki, yedi semiz inek, bunları yedi zayıf yiyor ve yedi yeşil başaklı, diğer yeri de kuru. Ey efendiler, siz rüya tâbir ediyorsanız, bana rüyamı halledin! dedi.

Toplanan heyet dediler ki:

— Rüya dediğin demet demet hayâllerdir. Biz ise hayâllerin tevilini bilmiyoruz!

Bu sırada Yusuf aleyhisselâmın zindanda rüyasını tâbir ettiği kurtulan kimse, nice zaman geçtikten sonra Hazreti Yusuf'u hatırladı da:

— Ben, size onun tevilini haber veririm, beni gönderin! dedi. Sonra zindanda Yusuf aleyhisselâma gelerek:

— Yusuf! Ey Sıddik! Bize şunu hallet: Yedi semiz inek, bunları yedi zayıf yiyor ve yedi yedi başaklı, diğer yedi de kuru. Ümit ederim ki, o insanlara cevab ile dönerim, gerektir ki, senin de kadrini bilirler, dedi.

Hazreti Yusuf cevaben dedi ki:

— Yedi sene mutad olduğu üzere mahsul ekeceksiniz, biçtiklerinizi başağında bırakınız, biraz yiyeceğinizden başka tabi. Sonra onun arkasından yedi kurak sene gelecek, önce biriktirdiklerinizi yiyip götürecek, biraz saklayacağınızdan başka tabi. Sonra onun arkasından bir yıl gelecek ki, halk onda sıkıntıdan kurtulacak, sıkıp sağacak!

Yusuf aleyhisselâmın bu tâbirini duyan hükümdar: — Getirin bana onu! dedi.

Bunun üzerine zindandan çıkarmak için kendisine adam gelince, Hazreti Yusuf:

— Haydi, efendine dön de sor ona: O ellerini doğrayan kadınların maksadları neymiş? Şüphe yok ki, Rabbim onların hilelerini bilicidir, dedi.

Melik de o kadınlara:

— Derdiniz ne idi ki, o vakit Yusuf'un nefsinden murad almaya kalktınız? dedi. Onlar:

— Hâşâ, dediler. Allah için biz onun aleyhinde bir fenalık bilmiyoruz.

Azizin karısı Züleyha da:

— Şimdi hak ortaya çıktı. Onun nefsinden ben murad almak istedim. O ise şüphesiz doğrulardandır. Bu işte şunun için ki, bilsin, hakikaten ben, ona gıyabında hıyanet etmedim ve hakikaten Allah hainlerin hilecini muvaffakiyete erdirmez, dedi.

Yusuf Aleyhisselâm buyurdu:

— Ben, nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis cidden kötülüğü emreden bir kumandandır. Ancak Rabbimin rahmetiyle muamele ettiği müstesna. Çünkü Rabbimin mağfiret ve rahmeti çok büyüktür! dedi.

Hak böyle açığa iyice çıktıktan sonra hükümdar da:

— Getirin onu bana ki, kendime hass kılayım, kendim için tahsis edeyim! dedi.

Bunun üzerine vaktâ ki Yusuf aleyhisselâm ile konuştu ve:

— Sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevki sahibisin, eminsin! dedi.

Hazreti Yusuf da:

— Beni arz hazineleri üzerine memur tâyin et. Çünkü ben iyi korur, iyi bilirim, dedi.

İşte bu şekilde Hazreti Yusuf Allahü Teâlâ'nın lütfuyla Mısır'da makam tutup, şanlı bir emniyetle hazinelerin başına geçmiş oluyordu.

Bir de Yusuf aleyhisselâmın kardeşleri çıkageldiler ve yanına girdiler. Hazreti Yusuf derhal onları tanıdı. Onlar ise kendisini tanımıyorlardı. Hazreti Yusuf'un kardeşleri de onun daha önce hükümdara haber verdiği kıtlık seneleri zuhur ettiği zaman zahire için her taraftan gelip müracaat edenler gibi ona müracaat etmişlerdi, işte görüşme bu esnada olmuştu. Hazreti Yusuf kardeşlerini bütün hazırlıklarıyla teçhiz etti ve tam uğurlayacağı sırada:

— Bana, sizin babanızdan olan bir kardeşi getirin. Görüyorsunuz ya ben, ölçeği tam ölçüyorum ve ben misafirperverlerin en faydalısıyım. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size bir kile zahire yok ve bana yaklaşmayın, dedi.

Hazreti Yusuf'un istediği Bünyamin idi ve onlar da bundan söz edildiğini anlamışlardı.

Onlar da cevaben dediler ki:

— Her halde onun için babasından izin almaya çalışacağız, babası bırakmak istemez ama her hâlde biz onu yanından almaya muvaffak oluruz.

Hazreti Yusuf kendi uşaklarına da:

— Onların sermayelerini de yüklerinin içine koyuverin. Belki ailelerine döndükleri zaman bu ayrıca yapılan ihsanı anlarlar da yine gelirler, dedi. -

Bu şekilde Hazreti Yusuf'un kardeşleri babaları Yakub aleyhisselâm'a döndüler ve:

— Ey pederimiz! Bizden ölçek menedildi. Bu defa kardeşimiz Bünyamin'i bizimle beraber gönder ki ölçüp alalım. Her halde biz onu muhafaza ederiz, dediler.

Hazreti Yakub:

— Hiç ben onu size inanır, güvenir miyim? Bundan önce onun kardeşi Yusuf'u emânet ettiğim gibi artık size güvenir miyim? O zaman «koruruz» demiştiniz, hani ne oldu? Ancak en hayırlı muhafız Allah'-dır ve en büyük rahmet sahibidir, dedi.

Derken Hazreti Yakub'un oğulları yüklerini açtılar, baktılar ki sermayeleri de kendilerine iade edilmiş! Bunun üzerine:

— Ey pederimiz! Daha ne isteriz? İşte sermayemiz de bize geri verilmiş. Yine ailemize erzak getiririz, kardeşimiz Bünyamin'i de muhafaza eder, hem onun için de bir deve yükü fazla alırız ki bu az bir şey dediler.

Yakub aleyhisselâm:

— Onu, asla sizinle beraber göndermem. Tâ ki Allah'dan bana bir mîsak veresiniz, Allah'a yemîn edesiniz. Onu her halû karda bana getireceksiniz. Her taraftan çevrilip çaresiz kalsanız dahi, dedi.

Onlar da Allah'dan mîsaklarını verip onun üzerine yemîn ettiler. Hazreti Yakub:

— Allah söylediklerimize karşı vekil! dedi ve devamla, ey yavrularım! Bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber ne yapsam, sizden hiç bir şeyde Allah'ın takdir ettiğini defedemem. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. O'nun için bütün tevekkül sahipleri Allah'a tevekkül etmelidir, diye söyledi.

Hazreti Yakub'un evlâtları babalarının emrettiği yerden Mısır'a girdiler. Oradan şehre girmeleri onlardan Allah'ın takdirlerinden hiç bir şeyi defetmiyordu. Ancak Hazreti Yakub'un nefsindeki bir haceti kaza etmişti. Yani sadece onun düşündüğü bir tedbir yerine gelmişti. Yoksa ileride onların başına gelecek olanlardan hiç birine mâni olmamıştı.

Kardeşleri, Yusuf aleyhisselâmın huzuruna girdikleri zaman:

— İşte emrettiğin biraderimizi, getirdik! diye Bünyamin'i takdim ettiler. O da:

— İyi ettiniz, isabet eylediniz, onu nezdimde bulacaksınız! dedi, kendilerine ikram etti.

Sonra onlara bir ziyafet verdi ve ikişer ikişer sofraya oturttu. Bünyamin ise tek kaldı. Tek kalınca da:

— Şimdi kardeşim Yusuf sağ olsaydı o da beni beraberinde oturturdu, dedi ve ağladı.

Yusuf aleyhisselâm da:

— Biraderiniz tek kaldı, dedi ve onu yanına alıp kendi sofrasına oturttu.

Sonra yine her ikisine ayrı ayrı birer yatak odası tahsis etti.

— Bunun ikincisi yok, binaenaleyh bu da benim yanımda olsun, diyerek kendi odasına götürdü, koklaya koklaya yanında yatırdı.

Sabah oldu. Yusuf aleyhisselâm Bünyamin'e evlâdı olup olmadığını sordu, o da:

— On oğlum var, hepsinin isimlerini kaybolan kardeşim Yusuf'un isminden müştak olarak koydum, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hazreti Yusuf:

— O kaybolan kardeşine karşılık olarak ben kardeşin olsam hoşuna gider mi? dedi. Bünyamin de:

— Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir? Amma ne çare ki sen Yakub ve Rahil'den doğmuş değilsin! diye içini çekti.

O zaman Hazreti Yusuf ağladı, kalkıp kardeşinin boynuna sarıldı ve kendinin hakikî hüviyetini tanıttı da:

— Ben, ben cidden senin o kaybolan kardeşinim. Bu itibarla artık aldırma kardeşlerinin geçmişte yaptıklarına ve bu defa da benim adamlarımın yapması kararlaştırılan muameleye gücenme, mahzun olma ve bu anlattıklarımı kimseye sezdirme, duymamış gibi ol, diye tenbih etti ve macerayı anlattı.

Hazreti Yusuf daha sonra kardeşlerini bütün hazırlıkları ile donattığı vakit, su kabını kardeşi Bünyamin'in yükü içerisine koydu. Sonra da adamlarından birisi bağırdı.

— Ey kervan! Siz her halde hırsızlık etmişsiniz.

Bunun üzerine Hazreti Yusuf'un kardeşleri bu çağıranlara dönüp:

— Ne arıyorsunuz siz? dediler.

Onlar da:

— Hükümdarın su kabını, ölçeğini arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü bahşiş var ve ben onun verileceğine dair kefilim, diye biri cevap veriyor.

Fakat onlar:

— Allah'a yemîn olsun ki, size muhakkak malûmdur ki biz arzda fesad çıkarmak için gelmedik, hırsız da değiliz! dediler. Hazreti Yusuf'un adamları:

— Şimdi yalancı çıkarsanız cezası nedir? diye sordular. Onlar da:

— Cezası, kimin yükünde çıkarsa işte, o onun cezasıdır. Biz nankörlere böyle ceza veririz, dediler.

Bunun üzerine Bünyamin'in yükünden önce diğer kardeşlerinin yükleri aranmaya başlandı, sonra Hazreti Yusuf o kaybı Bünyamin'in yükü içerisinden çıkardı.

. İşte Hazreti Allah, Yusuf aleyhisselâm için böyle bir tedbir yapmıştı. Hükümdarın ceza kanununda Yusuf aleyhisselâm kardeşini ancak bu şekilde bir yolla atabilmesi mümkündü.

Bünyamin'in kardeşleri, kaybın onun yükünde çıkması üzerine:

— Eğer o çalmış bulunuyorsa, bundan evvel onun kardeşi —Yusuf da çalmıştı, dediler.

Bundan kastettikleri ise şu idi ki, Yusuf aleyhisselâmın anasının babası bir puta tutkunmuş, Hazreti Yusuf çocukken anasının emriyle o putu gizlice almış ve kırmış idi.

Hazreti Yusuf bu ithamdan acılık hissetmedi değil, fakat içinde gizledi, sabretti ve onların kusurlarına bakmadı da kendi kendine:

— Siz fena bir mevkîdesiniz. Bu düştüğünüz durumdan dolayı mahcub oldunuz. Bu bakımdan böyle bir anda hiddetle ağzınızdan kaçırdığınız bu lâfınıza tahammül gerekir, isnad ettiğiniz vasıfları da Allah bilicidir. Ben ve kardeşim Bünyamin biliyoruz, Allahü Teâlâ da biliyor ki, hakikat sizin dediğiniz gibi değil, bizden hırsızlık sâdır olmamıştır. O halde sizin asılsız sözünüzden niçin alınayım? diye söylendi.

Bünyamin'in kardeşleri hiddeti ve şaşkınlığı bir an bırakıp şefaat ve rica yoluna dökülerek ellerinden aldırdıkları kardeşlerini kurtarmak için kendilerini fedaya razı olarak:

— Ey şanlı Aziz! dediler, emîn ol ki bunun büyük bir ihtiyar babası var, onun için yerine birimizi al. Çünkü biz seni ihsan sahiplerinden görüyoruz.

Fakat:

— Allah saklasın; eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymamızdan. Çünkü öyle yaparsak biz, haddi aşanlardan oluruz! cevabını aldılar ve çaresiz kaldılar.

Ümitlerini kesince, fısıldayarak çekildiler ve büyükleri dedi ki: — Babanızın aleyhinizde Allah üzerine mîsak, yemîn almış olduğunu, bundan önce Yusuf hakkında işlediğiniz suçu bilmiyor musunuz? Artık ben buradan ayrılmam, tâ babam bana izin verinceye veya Allâhü Teâlâ hakkımda bir hüküm tâyin edinceye kadar ki, o hüküm sahiplerinin en hayırlısıdır. Siz dönün babanıza deyin ki:

— Ey bizim babamız! İnan oğlun Bünyamin hırsızlık etti. Biz ancak bildiğimize şahidlik ediyoruz. Yoksa gaybın hafızları değiliz. Hem bulunduğumuz şehre, sor, hem içinde geldiğimiz kervana. Emîn ol ki, biz cidden doğru söylüyoruz.

Bünyamin'in kardeşleri gelip babaları Yakub aleyhisselâma kararlaştırdıkları şekilde söylediler amma hazreti Yakub:

— Yok, size nefsiniz bir iş yaptırmış. Artık, sabr-ı cemil yakındır ki, Allah bana hepsini bir getire. Hakikat bu ki, O, bilici ve hükmedicidir, dedi ve onlardan yüz çevirip:

— Ey kederim Yusuf! diye gamlanmaya başladı ve gözlerine ak düşüp cihanı görmez oldu.

Artık üzüntüsünden yutkunuyor, yutkunuyordu. Bu durumu görenler:.

— Allah'a yemîn olsun ki, hâlâ Yusuf'u anıp duruyorsun! Nihayet gamdan eriyeceksin veya helak olanlara karışacaksın, dediler. Hazreti Yakub:

— Ben, dedi, dolgunluğumu, hüznümü ancak Allâhü Teâlâ'ya şikâyet ederim ve Allah'dan sizin bilemiyeceğiniz şeyler bilirim. Ey oğullarım haydi gidiniz de, Yusuf ile kardeşinden bir haber almak için bütün hislerinizle çalışınız, araştırınız. Allah'ın darlıkları aşacak, sıkılmış sinelere nefes aldırıp ferahlık verecek lütuf ve rahmetinden ümitsizliğe kapılmayın.

Bunun üzerine Hazreti Yusuf'un huzuruna geldiler ve :

— Ey şanlı Vezir! Bize ve ailemize güçlük bulaştı, pek mühim olmayan bir sermaye ile geldik, yine bize tam ölçü ver ve bize tasadduk buyur. Çünkü Allah, tasadduk edenlere mükâfatını verir, dediler.

Hazreti Yusuf kardeşlerinin halinde kemâle doğru bir değişiklik ve uyanış hissetmiş ve artık onlara kendisini tanıtma zamanının geldiğini anlamıştı. Binaenaleyh onlara:

— Siz, biliyor musunuz? Cahilliğiniz zamanında Yusuf'a ve kardeşine ne yaptınız? diye sordu.

Bu beklenmedik tanıtma karşısında hayrete düşen kardeşleri :

— A, a, sen, sen Yusuf musun? dediler. Hazreti Yusuf :

— Ben, Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize lütfuyla nimetler ihsan buyurdu. Hakikat bu ki, her kim Allah'dan korkar ve sabrederse her halde Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez! dedi.

Kardeşleri :

— Allah'a yemîn olsun ki, Allah seni bize üstün kıldı. Biz doğrusu büyük suç işlemiş idik, dediler. Hazreti Yusuf :

— Size karşı bugün bir tekdir yoktur. Allah, sizi mağfireti De bağışlar. O, erhamürrahimîn'dir. Şimdi siz benim şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne bırakın, gözü açılır ve bütün taallukâünızla toplanıp gelin bana, diyerek onlara karşı kendi hakkını da afvetmiş oluyordu.

Yakub Oğullarının kafilesi Mısır'dan ayrılıp Kenan iline doğru yola çıktığı zaman Hazreti Yakub :

— Ben cidden Yusuf'un kokusunu duyuyorum, inanın bana. Beni bunak yerine koymasaydınız, bana bunaklık isnad etmeseydiniz. Yusuf'a olan hasretimi ve hüznümü mânâsız bulmayıp takdir etseydiniz, bu sözüme inanırdınız! diye haber verdi.

Fakat o gafil insanlar :

— Allah'a yemîn olsun ki, sen cidden o eski şaşkınlığında devam ediyorsun! diyerek hâlâ «Yusuf!» diye sayıklamasını kınadılar. Ancak ne zaman ki hakikaten kervan gelip müjdeci Yusuf aleyhisselâmın gömleğini babasının yüzüne bırakıverdi, hemen Hazreti Ya-kub'un gözleri açılıverdi de:

— Ben size, Allah'dan sizin bilemeyeceklerinizi bilirim, demedim mi? Şimdi anladınız mı Allah, ne büyük ve Peygamberlik ne hakikattir! dedi.

O vakit gelmiş olan oğulları hepsi birden:

— Ey bizim babamız, bizim günahlarımız için mağfiret talebiyle dua ediver. Biz hakikaten suçlu idik. Şimdi ise çok pişman olduk! dediler. .

Bununla beraber Yakub aleyhisselâm hemen dua edivermedi de : — Yakında sizin için Rabbime dua ederim. Şüphe yok ki, O'dur, O, ancak mağfiret edici ve rahmet edici, dedi.

Hazreti Yakub bu suretle kendi afvını işaret etmekle beraber Allah'dan istiğfarını seher vakti veya Cuma gecesi gibi bir kabul vaktini gözettiği için ve daha doğrusu Hazreti Yusuf'la onları helâllaştırıncaya veya onun afvını anlayıncaya kadar tehir etmişti. Çünkü mazlumun afn mağfiretin şartıdır.

Yakub aleyhisselâm ve hanedanı; Hazreti Yusuf'un istediği gibi Mısır'a hareket edip yanına vardılar. Hazreti' Yusuf ve hükümdar yanlarında dört bin asker ve devlet adamı ve bütün Mısır ahalisi ile onları karşılamaya çıkmışlardı. Hazreti Yakub karşıdan Yehuda'ya dayanarak yürüyordu. Karşılamaya gelen ahaliye ve atlıların ihtişam ve kalabalığına karşıdan bakıp : — Ey Yehuda, şu gelen Mısır'ın Firavunu mu? diye sordu, O da:

— Hayır, oğlun! diye cevap verdi.

Yaklaştıklarında Hazreti Yusuf'tan evvel Yakub aleyhisselâm selâm verdi de:

— Selâm sana, ey hüzünleri gideren! dedi.

Hazreti Yusuf ebeveynini kucakladı, boyunlarına sarılıp bağrına basarak hususî yerinde istirahat ettirdi. Bu karşılayış yerinde oluyordu. Daha sonra:

— înşaallah, hepiniz emniyet içerisinde Mısır'a giriniz, dedi. Böylece Mısır'a girdiler ve annesiyle babasını kendisinin bir taht gibi olan yüksek köşkünün üzerine çıkıp izzet ve ikramda bulundu. Hazreti Yusuf için anne, babası ve kardeşleri Allah'a şükrolması için secdeye kapandılar, işte o zaman Yusuf aleyhisselâm:

— Ey babacığım, işte bu önceden gördüğüm ve senin tâbirini yaptığın rüyamın tevili! Onu Rabbim hakikaten hak kıldı, Bana lütuf ve ihsan eyledi. Çünkü beni zindandan kurtardı ve sizi sahadan getirdi. Benimle kardeşlerimin arasını Şeytan dürtüştürdükten sonra böyle öldü. Yani benimle kardeşlerim arasında geçen ve kaale alınmaması lâzım gelen macera ne benden ne de onlardan değil, aramızı bozmak için Şeytanın dürtmesinden kandırmasından idi. Fakat kardeşlerin arasına Şeytanın sokulması ne büyük bir belâ idi. Eğer Allah'ın ihsanı yetişmese idi, ne fenalıklar olmazdı. Binaenaleyh böyle bir belâdan sonra Rabbimin bu ihsanları ne büyük ihsandır. Hakikaten Rabbim dilediği emir için tedbiri ne güzel, ne hoş, ne incedir. Hakikaten O, ancak O'dur hikmet ve ilim sahibi.

Ey Rabbim, sen bana mülkten bir nasib verdin ve hadiselerin tevilinden bana bir ilim öğrettin. Gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Benim dünya ve âhirette velîm sensin, beni müslim olarak al ve beni salihler zümresine ilhak buyur!

Hazreti Yusuf babasının elinden tutup hazineleri gezdirmiş, altın, gümüş, cevherler, elbise, silâh vesaire hazinelerini dolaştıktan sonra yazı yazılacak kırtasiye hazinesine vardıkları zaman, Hazreti Yakub : — Ey oğlum, bunlar dururken şu sekiz merhalelik mesafeden bana bir mektub yazmadın ha! Bu ne ilişiksizlik? demiş. Hazreti Yusuf da:

— Bana Cebrail öyle emretti! diye cevap vermiş. Babası:

— Peki iyi amma neye sormadın, sen ona benden daha üstünsün? demiş ve böylece tekrar sual etmişti. Bunun üzerine Hazreti Cebrail:

— Sen, korkarım ki Yusuf'u kurt yer, dediğinden dolayı Allahü Teâlâ bana öyle emretti ve «Benden korksa idin» buyurdu, diye cevap verdi.

Hazreti Yakub oğlu Hazreti Yusuf ile beraber yirmi dört sene yaşamış, sonra vefat etmiş ve Şam tarafında babası îshak aleyhisselâmın yanına defnolunmasım vasiyet etmiş, Hazreti Yusuf da bizzat kendisi gidip babasını oraya defnedip geri dönmüş, sonra da Mısır'da yirmi üç sene daha yaşamıştı.


(Yûsuf Sûresi)
* * *

Hz. Lut Ve Azgın Kavmi


Lût aleyhisselâm Hazreti İbrahim'in akrabası olup Filistin'de iskân eden Sedum kavmine peygamber olarak gönderilmiş ve İbrahim âleyhisselâmın şeriatını tebliğ ile memur olmuştu. Hazreti Lût'un kavmi çok azgındı ve erkeklerle münasebeti âdet haline getirerek livata fiilini işliyorlardı. Bu iş için de bilhassa genç delikanlılar üzerinde kötü emel besliyorlardı.

Hazreti Lût kavmine tebliğe başladı ve bu çirkin fiilden vazgeçmelerini temin için nasihata başladı:

— Ey kavmim! Siz hâlâ göz göre göre o fuhuşu yapacak mısınız? Doğru kadınları bırakıp da çirkin bir şekilde erkeklere mi yanaşacaksınız? Sizden önce âlemlerden hiç biri bu haltı işlemedi. Siz hâlâ erkeklere gidecek, yolu kesecek ve meclisinizde edebsizlik yapıp duracak mısınız? Yoksa Allah'ın azabına uğrarsınız., dedi.

Fakat o azgın kavim bu hak nasihatlere karşı şu küstahça cevabı verdiler:

— Haydi getir bize Allah'ın azabını, eğer sen doğru söyleyicilerden isen!

Bunun üzerine Lût aleyhisselâm Allahü Teâlâ'ya şöyle ilticada bulundu:

— Ey Rabbim! Ortalığı fesada veren bu azgın kavme karşı bana yardımcı ol!

Allah'ın elçileri Cibril, Mikâil ve israfil ibrahim aleyhisselâma müjde ile geldiler ve dediler ki:

— Haberin olsun, biz bu Sedum ahalisini helak edecek olanlarız. Çünkü onlar hep zalim olup hadlerini aştılar! İbrahim aleyhisselâm:

— A, o beldenin içinde Lût var? dedi.

O elçiler:

— Biz orada kim olduğunu pek iyi biliriz. Her halde onu ve ehlini kurtaracağız. Ancak karısı öteki zalimler zümresinden oldu!

Bu elçiler genç delikanlı suretinde Lût aleyhisselâm'a geldiler. Onların gelmesi Hazreti Lût'u fenalaştırdı, eli kolu daraldı, son derece canı sıkıldı, «Bu çok müşkül bir gün!» diye söylendi. Kavmi ise Hazreti Lût'a misafirlerinden murad almak için koşa koşa gelmişlerdi. Esasen onlar bundan önce de o çirkin fuhuşları irtikab ediyorlardı. Hazreti Lût kavmine:

— Ey kavmim! işte şunlar siz kavmime ait kızlarımdır. Onlar sizin için daha temizdir, size nikâh edeyim. Allah'dan korkunuz ve beni misafirlerim hakkında rüsvây etmeyiniz! İçinizde size doğru yolu gösterecek aklı başında bir kimse yok mudur? dedi. Kavmi ise:

— Sen pek âlâ bilirsin ki, senin söylediğin kızlarına bizim ihtiyacımız yoktur. Sen bizim ne istediğimizi pek iyi bilirsin! dediler. Hazreti Lût kavmine:

— Eğer benim size karşı şahsî kuvvetim olsa, yahut kuvvetli bir şeye sığınabilsem size nasıl oyun oynayacağımı ben bilirdim, diye cevap verdi.

Bunun üzerine misafir melekler:

— Ey Lût, biz Allahü Teâlâ'nın elçileriyiz. Onlar sana bir zarar" dokunduramazlar. Bırak gelsinler! dediler.

O azgınlar zümresi misafirlere doğru yürüdükleri zaman Allahü Teâlâ gözlerini silip süpürdü ve şaşkınlık içerisinde geriye dönüp helaki beklediler.

Aîlahü Teâlâ'nın elçileri olan melekler daha sonra Lût aleyhisselâm'a:

— Sen aileni beraber alarak gecenin bir kısmında çıkıp git! Içinden hiç biri kalmasın! Yalnız kadının kalsın. Çünkü onlara isabet edecek belâ ona da dokunacaktır. Bu kavmin helak ânı, sabah zamanıdır, dediler.

Onlar:

— Acaba sabah yakın değil midir? diye söylendiler.

Vaktâ ki Allahü Teâlâ'nın emri geldi. O memleketin altı üstüne geçirildi, o sapıkların üzerine taşlar yağdırıldı. Hazreti Lût inananlarla birlikte kurtuluşa ererken, zalimlerin safında olan karısı da belâsını buldu.

Hazreti Lût daha sonra Hicaz havalisine gitmekle emrolundu ve vefatına kadar orada kaldı.


(Hûd Sûresi)
* * *

28 Nis 2008

Hz. İbrahim Haliilullah


İbrahim aleyhisselâm Allahü Teâlâ'ya aşırı muhabbeti ve O'nun rızâ ve muhabbetini celbeden ibâdetler ve taâtlerde bulunması sebebiyle, bu peygamberini halis bir dost ittihaz ederek kendisine ilâhî sırlarını vâkıf kılarak ikram buyurmuştur, işte bu sebepten dolayı Hazreti ibrahim'e «Halîlullah = Allah'ın dostu» unvanı ihsan edilmiştir.

Hazreti ibrahim bir defasında ölüm Meleği Azrail aleyhisselâm ile karşılaştığında:

Hz. Salih'in Devesi

Birinci Ad kavmi helak olduktan sonra, onların geri kalanları Vâdi'l Kura ve Şam taraflarını imar ederek hâlâ eserleri bakî olan bir takım eski menziller meydana getirdiler. Büyük binaları barındıran şehirleri, kasabaları ve dağ zirvelerinde oyulmuş san'at eseri mağaraları vardı. Bunların merkezi olan Hıcr şehrinin bakiyesi olarak bir köy vardır ki, Semûd medeniyetinin eserleri Hıcr'in etrafındadır.

Birinci Âdın bakiyesi olan bu Semûd kavmi müşrik ve putperest idiler. Allahü Teâlâ kendilerine tevhid akidesini öğretmek üzere içlerinden biri olan kan kardeşleri Salih Aleyhîsselâm'ı peygamber olarak gönderdi. Salih Aleyhisselâm Semûd kavminin orta halli bir ailesine mensuptu. Ancak soy bakımından en itibarlı bir aile idi. Hazreti Salih kavmini hakka davete başlayarak şu nasihatlerde bulundu:

Hz. Hüd Ve Ad Kavmi



Hz. HÜD ve ÂD KAVMİ
Güney Arabistan'ın Hadramut civarında, bulundukları yere kumsal ve engebeli yüksek arazi mânâsında «Ahkâf» adı verilen Ad kavmi isminde bir millet yaşıyordu. Bu kavm maddî', bakımdan hayli ilerlemiş, zengin olmuş ve ihtişamlı binalar içerisinde hayat sürüyorlardı. Kuvvetleri de hayli çoğaldığından etraflarındaki kavimlere de galebe çıkmışlar ve zor kullanarak beldelerini genişletmişlerdi. Fakat bu maddî ilerleme ve genişlemenin yanında Allahü Teâlâ'ya ve emirlerine olan bağlılıkları kopmuş ve iyice azgınlaşarak putlara tapar hale gelmişlerdi. Hz. Nuh tufanıyla sâkinleşen halk yine yoldan çıkmış, yolunu şaşırmıştı.

27 Nis 2008

Hazreti Nuh'un Gemisi


Nuh aleyhisselâm, Hazreti îdris'den sonra yer yüzündeki insanlara, kendilerini irşad etmek üzere Allahü Teâlâ'nın gönderdiği büyük bir peygamberdir. Hazreti Nuh'a ait haberler Kur'ân-ı Kerîm'in yirmi sekiz yerinde zikredilmiştir ki, bunlardan birisi müstakil bir sûredir.

Allahü Teâlâ, bir hakikat olarak Nuh aleyhisselâmı kavmine bir Peygamber olarak gönderdiği vakit o, kavmine:

— Ey kavmim! Allah'a ibadet edin!. O Allah ki, sizin için O'ndan başka kendisine ibadet edecek, kullukta bulunacak hiç bir ilâh yoktur. Emin olunuz ki, Allah'ı tanımadığınız takdirde üzerinize büyük bir günün azabının gelmesinden korkuyorum, dedi.

Allah'ın Resulünün bu dâvetine karşılık, kavmin ileri gelenlerinden bir güruh:

— Ey Nuh, her halde biz, seni çok açık bir sapıklık içinde görüyoruz, dediler.

Hazreti Nuh da kendilerine:

— Ey kavmim! Bende bir sapıldık yoktur. Ancak ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Size Rabbimin haberlerini, emirlerini tebliğ ediyorum. Size öğüt veririm ve sizin bilmediğiniz şeyleri Allah'dan ilham olunduğu gibi bildiriyorum.

— Ey kavmim! Beni niçin yalanlarsınız? Yoksa içinizden sizi korkunç bir âkibetten korumak, sizin de korunup rahmete erişmeniz için Rabbiniz tarafından bir kimseye vahiy, peygamberlik gelmesine şaşar ve inanmaz mısınız?.

Bu sözleri üzerine Nuh aleyhisselâmı yine yalanlamaya devam ettiler ve dediler ki:

— Ey Nuh! Biz seni, ancak bizim gibi bir beşer görüyoruz. Sana uyanları da ilk bakışta en rezillerimiz olan kimselerden ibaret görüyoruz. Sizin bize fazla bir meziyet ve üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Belki biz sizi yalancı sayıyoruz.

Nuh aleyhisselâm irşadına devam ederek:

— Ey kavmim! Açıkça söyleyin, eğer ben Rabbim tarafından verilmiş bir delili hâiz isem ve bana, Rabbim kendisinden bir rahmet vermişti, size onu görecek göz vermeyip kör olarak bırakmış ise, biz size onu görmek istemediğiniz halde zorla kabul mü ettireceğiz zannediyorsunuz?. Hem ey kavmim, ben bu irşadıma karşılık sizden bir mal da istemiyorum. Benim ücretim ancak Allahü Teâlâ'ya aiddir. Ve ben, o iman edenleri kovucu da değilim. Elbette onlar Rablerine kavuşacaklar. Fakat sizi de ben, cahillik eden bir topluluk olarak görüyorum. Hem ey kavmim, ben bunları kovarsam, bana kim yardım edip Allah'tan beni kurtarabilir? Bunu bir defa düşünmez misiniz?. Ben size, ne Allah'ın hazineleri yanımdadır, ne de gaybî bilirim demiyorum. Ben muhakkak meleğim de diyemem. Yine ben, gözlerinizin hor gördüğü o kimseler hakkında «Allah onlara hiç bir hayır vermez» de diyemem. Zira onların vicdanlarındaki îmanı en iyi bilen Allahü Teâlâ'dır. Böyle halde bulunmuş olsam ben, şüphesiz haddini aşanlardan olurum!, dedi.

Buna karşılık Nuh aleyhisselâmın kavmi:

— Ey Nuh! Sen bize karşı hakikaten husûmette bulundun. Bize husûmetini fazlalaştırdın. Eğer sözünde doğru isen, bizi tehdid ededurduğun azabı hemen bize getir, dediler.

Hazreti Nuh:

— Onu size, ben değil, dilerse Allahü Teâlâ getirecektir. Siz onu âciz bırakacak değilsiniz. Ben size ne kadar öğüt vermek istedimse de, Allahü Teâlâ sizi helak etmeyi murad etmişse benim nasihatim size hiç fayda vermez, iyi biliniz ki, Allah Rabbinizdir, en sonunda çaresiz ona döneceksiniz!, dedi.

Kâfirler:

— Ey Nuh! Yoksa o azabı sen mi uydurdun? diyorlardı. Hazreti Nuh da:

— Eğer ben uydurdumsa günahı bana aittir. Halbuki ben, sizin yüklemek istediğiniz suçtan her halde uzak bulunuyorum, dedi.

Bunıın üzerine Nuh aleyhisselâma Hazreti Allah tarafından vahyolundu ki:

—- Kavminden şimdiye kadar îman edenlerden başka hiç birisi îman etmeyecektir. Binaenaleyh işlemekte oldukları fenalıklardan dolayi sen endişelenme de, bizim nezaretimiz altında ve vahyettîğimiz talimat dairesinde gemi yap!. O zulmedenler hakkında şefaatçi de olma! Çünkü o zalimler muhakkak batırılacaklardır.

Bu ilâhî emir üzerine Nuh aleyhisselâm gemiyi yapmaya başlamıştı. O bu işle meşgul olurken kavminden her hangi bir imansızlar güruhu yanından geçtikçe, kendisiyle alay ederler, «Hani peygamberim diyordun, işi marangozluğa bozdun» diye eğlenirlerdi.

Hazreti Nuh da kendilerine:

— Siz benimle eğleniyorsunuz; sizin şimdi eğlendiğiniz gibi biz de ilerde sizinle eğleneceğiz!. Kime perişan eden bir azâb gelecek ve daimî bir azâb kimin başına inecektir, ilerde, görürsünüz! diye cevap verirdi.

Nihayet Allahu Teâlâ'nın emri geldi ve gemi hareket edip yer yüzünden su kaynayıp fışkırmaya başladığı zaman Allahu Teâlâ Nuh aleyhisselâma:

— Şimdi geminin içine her çift erkek ve dişiden iki tane, bir de aleyhinde hüküm geçmiş bulunan oğlundan başka aileni ve îman edenleri yükle! buyurdu. Bununla beraber Hazreti Nuh'a insanların pek azından başka kısmı îman etmemişti.

O zaman Nuh aleyhisselâm gemiye binecek olanlara:

— Haydi mecrasında da, mersâsında da, Allah'ın ismini anarak gemiye bininiz! Rabbim muhakkak Gafûr'dur, Rahîm'dir, dedi.,

Artık gemi, içindekilerle beraber dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu.

O sırada Hazreti Nuh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna da:

— Ey oğulcağızım, gel benimle bin! Kâfirlerle beraber olma! diye seslendi. Oğlu:

— Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım! diye cevap verdi. Hazreti Nuh:

— Bugün Allah'ın emrinden koruyacak bir şey, rahmetinden baş-'ka yoktur! dedi ve derhal âsî oğul dalga aralarına giriverdi. Böylece o da boğulanlardan oldu.

Tufan tamam olunca Allahü Teâlâ tarafından:

— (Yere:) Ey arz suyunu yut!, (Göğe de: ) Ey semâ suyunu kes! emri verildi. Ve su çekildi, emir de yerine getirildi. Gemi de Cûdî dağı üzerine oturdu. O zalim kavme de «uzaklaşın!» denildi.

Nuh aleyhisselâm Rabbine nida ederek:

— Ey Rabbim! Oğlum tabiî benim âilemdendir. Hiç şüphesiz Senin va'din de haktır. Ve sen hâkimlerin üzerinde isabetle hükmedersin! dedi.

Allahü Teâlâ:

— Ey Nuh! Kâfir oğlun senin ehlinden değildir. O, salih olmayan kötü iş sahibidir. Binaenaleyh hakikatine ilmin erişmediği şeyi benden isteme!. Ben seni câhillerden olmaktan men'ederim! buyurdu. Nuh aleyhisselâm:

— Rabbim! Hakikatini bilmediğim şeyi istemekten sana sığınırım!. Allah'ım! Yoksa sen beni mağfiret etmez ve bana merhamet etmezsen, ben dalâlete düşenlerden olurum! diye niyazda bulundu.

Bunun üzerine Allahü Teâlâ tarafından:

— Ey Nuh, bizden sana ve mâiyetindekilerden üreyecek bir çok Ümmetlere selâm ve bir çok bereket ile gemiden in!.. Bir çok ümmetleri de ilerde dünyâ malıyla faydalandıracağız da sonra küfürleri sebebiyle onlara tarafımızdan elem verici bir azab dokunacaktır! buyuruldu.

Kırk yaşında Allah Elçiliği vazifesini yüklenen Nuh aleyhisselâm, kavmi içerisinde bu mukaddes vazifesini tufan hadisesine kadar tam dokuz yüz elli sene devam ettirdi.


(Hûd, Nuh ve A'râf Sûreleri)
* * *

Kabil ile Habil


Vaktiyle, kardeş olan Kabil ve Habil isminde iki Adem oğlu, Allahü Teâlâ için birer kurban, ona manevî yakınlık sağlayacak birer nesne arz etmişlerdi. Kabil katı tabiatlı, Habil ise takva sahibi bir kimse idi. Herhangi bîr delil ile Habil'in kurbanının kabul olunduğu Kabil'in kurbanının ise kabul olunmadığı anlaşıldı. Kurbanı kabul edilmeyen Kabil, Habil'in kurbanının kabul edilmesinden dolayı ona hased ederek:

— Ahdim olsun seni öldüreceğim, dedi. Habil de dedi ki:

— Allahü Teâlâ ancak takva sahiplerinden kabul buyurur. Binaenaleyh Allah'dan kork, niyyetini düzelt. Eğer sen beni öldürmek için elini uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi uzatmam. Çünkü ben, âlemlerin Rabb'ı olan Allah'dan her halde korkarım. Ben bu suretle şunu isterim ki, beni günaha sokmayasın da hem benim günahım, hem de kendi günahınla dönüp gidesin, bu iki günahı yüklenerek can verip Hakk'ın huzuruna Varasin da Cehennem ehlinden olasın. Zira zalimlerin cezası budur.

Bu takva, bu salim fikir, bu hayır ve nasihat, bu kardeşlik hissi üzerine, kurbanı kabul edilmeyen zalim Kabil'in nefsi, kendisine kardeşi Habil'i öldürmeyi arzu ettirdi. Yani vaz geçirmek şöyle dursun öyle bir cinayet güya bur tâat şevkiyle endişesiz yapılabilecek, mâniden uzak, arzusuna uyulur bir şey gibi gösterdi, kolaylık hatta gayret verdi. Bu suretle nefsi, Kabil'e bu cinayeti bir yem gibi önüne gerilmiş pek hoş bir şey gibi gösterip ve bu isyanı icrası lâzım bir tâat gibi kabul ettirince de Kabil kardeşini öldürdü. Ancak, bu cinayeti ile kendisine bir fayda sağlama ihtimali olmadığından başka, dininde de, dünyasında da hüsrana uğradı, zarar ve ziyan içinde kaldı, öldürdüğü kardeşinin cesedini ne yapacağını şaşırdı, çaresizlikler içerisinde kıvrandı. Sonra Allahü Teâlâ, yerde deşinen bir karga gönderdi. Bu gönderiş ve deşiniş ona kardeşinin cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek içindi. Katil, karganın bu hareketinden ilham alarak:

— «Eyvahlar olsun, vay bana, ben şu karga kadar olup da kardeşimin iaşesini gömüp gizlemekten aciz oldum ha!..»

Dedi ve bunun üzerine nadimler güruhundan oldu, pişmanlıklar içerisinde kaldı.

Bu kıssadaki Kabil ve Habil ismindeki iki kardeşin Adem aleyhisselâmın kendisinin iki oğlu olduğu, ekseri müfessirlerin görüşü olmakla beraber israil oğullarından iki Adem oğlu olduklarını söyleyenler de vardır. Ancak dikkat edilmesi lâzım gelen husus, şahısların tâyini değil, vak'anın hakikatidir. Çünkü Kabil ve Habil kıssası namıyla acaip ve garip bir çok şeyler söylenmiştir. Binaenaleyh hata olmak ihtimalinden kurtulamayacak olan türlü türlü rivayetlerden ve tafsilâttan sakınarak Kur'ân-ı Kerîm'deki beyanın esas alınmasına dikkat çekilmiştir. Nitekim mealen şöyle buyurulmuştur:

—«Allahü Teâlâ iki Adem oğlu ile bir mesel darb etti, bunun hayrını tutun, şerrini bırakın.»


(Mâide Sûresi)
* * *

Hz. Adem İle Havva


Allahü Teâlâ, kendi varlığını bilsin, ibâdette bulunsun ve yer yüzünü de imâr etsin diye insan varlığını yaratmayı mürad ettiği zaman, Meleklerine:

— «Ben yer yüzünde muhakkak bir halife yapacağım, bir halife tâyin edeceğim ki kendi irademden kudret ve sıfatımdan ona bazı selâhiyetler vereceğim ki, o bana vekâleten mahlûkatım üzerinde bir takım tasarruflara sahip olacak, benim nâmıma hükümler icra edecek, benim vekilim olarak benim emirlerimi, benim kanunlarımı tatbike memur bulunacak. Sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak yâni vazifeyi icra edecekler bulunacaktır,» buyurdu.

Melekler bir taraftan bundaki şerefi takdir ettiler, diğer taraftan da yeryüzündeki bir mahlûka böyle yüksek bir irade selâhiyeti bahşedilmesinde bir şer ihtimalinden de korktular. Allahü Teâlâ bundaki gizli hikmetlerini de bildirmediği için:


— «Ey Rabbimiz! Yer yüzünde onu fesada Verecek, onda fesadlar çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın? Halbuki biz hep sana hamdederek, daima seni tesbih ve takdis edip dururken,» dediler.

Ve bu suretle maksatları —hâşâ itiraz olmayıp hikmetini sormak olduğunu bildirdiler, mamafih bununla hilâfete zımnan bir rağbet de gösterdiler. Allahü Teâlâ cevaben:

— «Her halde ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim,» buyurdu. Melekler bu cevap karşısında sustular ve birbirlerine:

— — «Elbette rabbımız her şeyi bilir, faydası olmayan bir mahlûk yaratmaz,» dediler.

Allahü Teâlâ, Meleklere: .

— «Muhakkak ben, kuru çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım, binaenaleyh ben, onu tam bir insan kıvamına koyup içine ilâhî bir emrim olan ruhtan feyiz verdiğim vakit, onun için secdeye kapanın,» dedi.

Bunun üzerine Melekler, hepsi toptan secde ettiler, ancak iblis dayattı, kibrine yediremedi ve secdeden kaçındı. Çünkü o- kendisini en üstün mahlûk kabul ediyordu.

Allahü Teâlâ:

— «Ya iblis! Sen niçin secde edenlerle beraber olmadın?» dedi. iblis de:

— «Benim bir kuru çamurdan, bir sûretlenmiş balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem mümkün değildir. Zira ben ateşten yaratıldım, Ateş'ise topraktan üstündür,» dedi ve bu bâtıl kıyasıyla itaat dairesinden çıkarak fiilen kâfir oldu.

Allahü Teâlâ: .

— «O halde, çık oradan, çünkü sen tard olundun. Ve bu lanet ceza gününe kadar üzerindedir.» Şeytan:

— «Rabbim! öyle ise bana onların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver,» dedi.

Allahü Teâlâ da ba's gününe kadar değil, ecel günü yani birinci sürün üfürülmesine kadar mühlet verdiğini bildirdi

Bunun üzerine Şeytan:

— «Ya rabbi! benim azgın ve asiliğime hükmetmekliğin vesilesiyle yemin ederim ki, ben, o insanlar için yer yüzünde ziynetler yapıp onları kandırarak hepsini yoldan çıkaracağım, ancak içlerinden mıhlasın Kulların müstesna. Yâni hâlis taatın için seçilmiş lekesiz has kulların aklanmazlar,» dedi.

Allahü Teâlâ, Şeytanın beşerin ilk maddesine bakarak onlara mutlak tahakküm edebileceğine kaail olmasına rağmen, muhlas kullar için hakkı teslim etmesi üzerine buyurdu ki:

— «işte bu dediğin, sahiplerini azıtamayacağını itiraf ettiğin o ihlâs ve tevhîd, bana kavuşturan dosdoğru bir yol, hak bîr kanundur. Hakikaten kullarım üzerine ne sözle ilzam edecek bir delilim, ne fiilen musallat olacak bu kudretin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna. Yani ancak onları sürükleyebilirsin. Fakat o da senin hükmün ile değil, onların iradelerini kötüye kullanarak sana uymaları ve arkana düşmeleri sebebiyledir. Yoksa muhlaslara tasallut edemediğin gibi, diğerlerine de edemezsin. Şüphesiz Cehennem de o sana uyan azgınların vaad olunan yerleridir.»

Allahü Teâlâ, insanın şerefli, itibarlı ve kendisine halife olmaya lâyık bir mahlûk olduğunu göstermek üzere Hz. Adem'e bütün esmayı talim ederek ilim ve kelâm sıfatlarına mazhar kıldı, sonra da o âlemini Meleklere işaret ederek:

— Haydin, siz îmân ile ifade etmek istediğiniz hilâfete lâyık olma dâvanızda isabetli iseniz; işte bunların isimlerini bana güzelce haber veriniz, buyurarak onları, acziyetlerini izhar ve isbat için imtihan etti.

Bu imtihana karşı Melekler:

— Subhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka bizim hiç bir ilmimiz yoktur, her şeyi bilen ve dâima bilen âlim, her şeyde hakim, hakikaten Sensin ve ancak Sensin, diyerek acziyetlerini izharla tesbîh eylediler.

Melekler acziyetlerini izhar ve hikmet ilmini teslim edince, Allahü Teâlâ: .

— Ya Adem! Meleklere şunların isimlerini güzelce haber ver, dedi, Bu hitabı ile halifenin kim olacağına da işaret buyurdu ve böylece Meleklerden sonra Hz. Adem'i de bu emir ile imtihan etti. Bunun üzerine Hz. Adem o arz olunan şeyleri isimleriyle haber verince, Allahü Teâlâ, Meleklere:

— Ben size, Ben bütün arz ve semânın gaybını bilirim, demedim mi? Ve siz ne açıklıyorsunuz ve ne gizliyorsunuz, onu da biliyorum, buyurdu.

Allahü Teâlâ Hz. Adem'e eş olarak kendi kaburga kemiğinden Havva validemizi yarattı ve:

— Ya Adem, sen ve zevcen şu Cennette rahat yaşayınız. Nimetlerimden bol bol yiyiniz. Ancak şu bur ağaca yaklaşmayınız, meyvesinden yemeye kalkışmayınız ki haddini aşanlardan olursunuz, buyurdu. Ve Şeytanın kendilerine düşman olduğunu bildirerek onun sözüne kanmamalarını istedi.

Allahü Teâlâ onlara yalnız bir ağacın meyvesinden yemelerini yasaklamıştı ki, bu suretle insana, iradesini kullanmayı ve nefsine hâkim olmayı öğreterek mükellefiyetten azade olmadığını hatırlatıyordu.

Onlara verilen bu nimetler üzerine ilâhî huzurdan kovulan ve insanoğluna ebedî düşmanlığını ilân eden Şeytan, ilk olarak kendilerinde örtülüp gizlenen kötü yerlerini meydana çıkarmak; avret mahallerini açmak için ikisine de vesvese vermeye başladı. Hz. Adem ve Havva bu âna kadar yaratılışlarında kendilerini utandıracak ve tiksindirecek çirkin pis şeylere mahal olacak kötü yerlerini ne kendilerinde ve ne de birbirlerinde görmüyorlar ve hattâ bilmiyorlardı. Settârul' uyub olan Halik Teâlâ evvel emirde onu örtmüş ve kendilerinden gizlemişti.

Şeytan nihayet bir fırsatını bulup onlara yaklaştı ve:

— Ey Adem! Sana, seni burada ebedî kılacak bir devleti haber vereyim mi? Diyerek, Allahü Teâlânın yaklaşmamalarını emrettiği ağacı gösterdi.

Hz. Adem, Şeytanın bu sözlerine aldırış etmedi, ancak şeytan da vesvesesinde yılgınlık göstermedi ve:

— Rabbimiz sizi bu ağaçtan başka bir sebeple değil, ancak iki Melek olacağınız veya bu Cennette ebedî kalacağınızdan dolayı nehyetti. Yani bundan yerseniz ya Melekler gibi yemek, içmek ihtiyacından müstağni olursunuz, yahut ölüm yüzü görmez burada ebedî kalırsınız, dedi. Kendisine inanmaları için de yemîn ederek, «ben sizin nasihatçınız ve hayrınızı isteyicinizim» diye emîn olmalarını istedi.

Hz. Adem ve Havva hiç bir kimsenin yalan yere Allaha yemin etmeyeceğini düşünerek yanıldılar ve bu ağaca meylettiler. Hz. Adem burada içtihadında isabet edemeyerek, o nehyedilen ağacın cinsinden olan başka bir ağacın meyvesinden yemekte bir mahzur olmayacağına hükmetti ve beraberce Allahü Teâlâ'nın yasak kıldığı ağacın meyvesinden tattıkları vakit örtülü ve gizli olan avret mahalleri açılıverdi. Bunun üzerine hayalarından derhal üzerlerine Cennetin incir yaprağından yamalar yamamağa başladılar. Allahü Teâlâ da kendilerine şöyle nida etti:

— Ben sizi o ağaçtan nehyetmedim mi idi? Şeytan size açık bir düşmandır demedim mi îdi?

Hz. Adem ile Havva cevaben:

— Ey Bizim rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer sen bize rahmet ve mağfiret etmezsen, en büyük zarar ve felâketin içinde kalanlardan olacağız, diye tevbe ve niyazda bulundular.

Allahü Teâlâ, Hz. Adem, Havva ve Şeytan'a hitap etti:

—— Haydi, bâzınız bâzınıza düşman olarak yer yüzüne ininiz. Size orada bir müddet için karar edip nasiplenmek ve geçinmek vardır. Orada yaşayıp orada ölecek ve yine ondan çıkarılacaksınız.

Hz. Adem ve zevcesi, dolayısıyla insan nevi yer yüzünde böylece mekân tuttu ve Şeytanla mücadele ederek Rabbından telâkki ettiği kelimelerle tevbe ve istiğfarda bulundu. Allahü Teâlâ'nın emirleri ile amel etti ve tevbeleri de kabul olundu. Çünkü Allahü Teâlâ esirgeyici ve bağışlayıcıdır.

Hz. Adem beş şeyi ile bahtiyar olmuştur:

Hatâsını itiraf, pişmanlık, nefsini kötülemek, tevbeye devam ve rahmetten ümidi kesmemek.

iblis de beş şey ile bedbaht olmuştur:

Günahını ikrar etmemek, pişmanlık duymamak, kendini kötülemeyip azgınlığını Allahü Teâlâ'ya niubet etmek ve rahmetten ümidini kesmek.

Ahnef ibni Kays, Medine'de Müminlerin Emiri Hz. Ömer'i görmek ister, bir de bakar ki büyük bir kalabalık halka halinde toplanmış, Kâ'bül'ahbar onlara vaaz veriyor ve şunları anlatıyor:

— Âdem aleyhisselâma vefat emri geldiği zaman; «Ya Rab, düşmanım iblis, beni meyyit halinde görünce kendisi kıyamet gününe kadar mühlete kavuşmakla sevinecek, bana şamata edecek,» dedi. Cevap verildi ki:

— «Ya Adem, sen Cennete iade olunacaksın, o mel'un ise evvelkilerin ve sonrakilerin adedi kadar ölüm acısını tatmak için tehu olunacak.»

Sonra Hz. Adem, Melekül'mevt Azraile: «— Ona ölümü nasıl tattıracaksın? Vasfını bana anlat,» dedi.

Onun ölümünün vasıfları anlatıldığı zaman, Hz. Adem: «— Ya Rabbi! Kâfi» dedi

Bunun üzerine orada vaazı dinleyen insanlar, heyecana gelerek; «— Ya Ebâ İshak! O nasıldır? bize anlat» dediler.

Kâ'b'ın anlatmak istememesi üzerine çok İsrar ettiler, bunun üzerine dedi ki:

— Allahü Teâlâ, birinci sûr'un ufürülmesi akabinde Azrail'e diyecek ki:

— «Sana yedi Sema ve yedi Arz ahalisinin kuvvetini verdim ve bugün sana bütün gadap kisvelerini giydirdim. Şiddetli gadabımla in, o tard olunmuş İblis'e artık ölüm acısını tattır, sakaleynden evvel ve ahirlerin acılarını hep birden ihtiva etmek üzerine bütün illet ve hastalıkları yüklet. Beraberinde gayz ve gadapla dolu yetmiş bin zebani, her biriyle de Cehennem zincirlerinden zincirler, tomruklarından tomruklar bulunsun. Cehennem kancalarından yetmiş bin kanca ile o mel'unun kokmuş canını çıkarın. Malik'i de çağırın Cehennem kapılarını açsın.» Bunun üzerine Azrail öyle bir suret ile inecek ki ona Semâ'ların ve Arz'ların ahalisi baksa korku ve dehşetlerinden derhal ölürlerdi, inecek, Iblis'e varıp «dur, ya habis! Artık sana ölümü tattıracağım, çok ömür sürdün. Nice nesilleri azdırdın, yoldan çıkardın. Ancak işte malûm vakit geldi.» diyecek. Mel'un Şeytan Doğuya kaçacak, bakacak Melekül'mevt gözleri önünde, Batıya kaçacak bakacak yine gözlerinin önünde, denizlere dalacak denizler kabul etmeyecek, hâsılı yer yüzünün her tarafına kaçacak, sığınacak kurtulacak hiç bir yer bulamayacak, sonra Dünyanın ortasında, Hz. Adem'in kabri yanında duracak veya Doğudan Batıya Batıdan Doğuya topraklarda sürünecek, nihayet Adem aleyhisselam'ın yer yüzüne indiği mevzîye varınca Arz, bir kor gibi olacak Zebaniler kancaları takıp didikleyecekler de didikleyecekler. Allahü Teâlâ'nın dilediği zamana kadar can çekişip azap içinde kalacak. O böyle can çekişirken Hz. Adem ve Havva'ya'da:

— «Kalkınız düşmanınız ölümü nasıl tadıyor, bakınız» denecek. Kalkacaklar, onun çektiği azabın şiddetine bakacaklar da:

— «Ya Rab, bize nimetini tamamladın» diyecekler.

* * *

Deccal Yecüc ve Mecüc Korunma Yöntemleri

Deccal Yecüc ve Mecüc Zemin Hazirlayacaktir

Kuranda Yecüc ve Mecüc

Yecüc Ve Mecüc Kimdir ? Kıyamet Alametleri

21 Nis 2008

Yilanin Aski

Yilanin Aski

6 Nis 2008

ibrahim sadri peygamberimiz gelse

Şeytan İle Oduncunun Dövüşü

Seytanin Hileleri Video

Seytanin Hileleri
Seytanin Hileleri


Seytanin Hileleri 1

Seytanin Hileleri 2



Seytanin Hileleri 3

Seytanin Hileleri 4